#tüm bayburt-valisi başlıkları

plan sekans çekilmiş deneysel suç filmi.

plan sekansı bilmeyen arkadaşlar için açıklayalım: bu filmde kamera filmin başında açılmış ve film bitince kapanmış arkadaşlar. bu da demek oluyor ki oyuncuyla birlikte arabaya binen, oyuncuların arkasında koşan bir kameraman ve sesçi var.

filme gelecek olursak:

--- spoiler ---
film berlin'de bir kafede çalışan yalnız ve çok sıkılan bir yabancının clupta eğlenirken çekilmiş görüntüleriyle başlıyor. cluptan çıkan victoria bir gruba katılıp o gruplar birtakım bulaşmaması gereken işlere bulaşıyor. yaşanılan 2 saati, olayların ne kadar hızlı ilerlediğini anlatmada plan sekans inanılmaz başarılı.
--- spoiler ---
işteyken fark ettiğim durum.

bir barda çalmaktayım. herhangi bir şarkının ortasındayken bir sarhoş gelip alakasız (bkz: azer bülbül) (bkz: ebru gündeş) şarkılar istiyor. istediği şarkıların repertuvarımda olmadığını duyunca "sen de bir bok bilmiyorsun." gibi çıkışlar alıyorum. birkaç istisna değil, genel durum bu. adam kendi dinlediği şeyin tek, en doğru olduğuna kendini o kadar inandırmış ki benim müzik bilgimi aşağılama yetisini kendinde buluyor.

bu durum sadece barda gördüğüm bir durum değil. kimse bilmediğini veya bildiğinin yanlış olduğunu kabullenmiyor. gerçekten hastalıklı bir durum.

herkesin her şey hakkında fikri var.

karşısındaki insana fikrini kabul ettirmek dışında bir amaç göremiyorum herhangi bir konuşma içinde.
gerçekten gerçeklik diye bir olgu var mı? yoksa sims'in geliştirilmiş bir versiyonunda yaşayan kodlardan mı ibaretiz? kendi irademize sahip miyiz? vereceğimiz tepkilerin doğruluğunu görüp kendi yaşantılarına bunları uygulamak üzere bizi yaratmış kişiler var mı? kendi simülasyonumuz içinde yaşıyor olabilir miyiz? kendi düşüncelerimizle yapay bir evrende kendimizi yeniden yaratıp en doğru kararlar için kendimizi izler miydik?

düşünün. yeni iphoneların yüz tanıma teknolojisi hakkında düşünün. google'da arattığınız her kelimeyi düşünün. telefonununuz yanınızdayken konuştuğunuz her şeyi... person of interests'deki gibi bir yapay zeka gerçekten var olsaydı onun sizi tanıması ne kadar zor olurdu? yüzünüzü kameradan tanıyıp olaylar karşısında vereceğiniz tepkileri ölçebilen, konuşmalarınızdan kişiliğinizi anlayıp o gün yiyeceğiniz yemeğe kadar tahmin edebilen bir makine gerçekten var olabilir mi? peki kafanızın içindeki bilgilerin hepsine sahip bir makinenin bir oyun yaratıp kendi "zeka"sında yarattığı sizi o oyunun içine koyması? hiç de zor görünmüyor değil mi? peki bunu ister miydiniz? yapacağınız hataların binlerce ihtimalinin değerlendirmesiyle her şeyin yolunda olmasını?

düşünün. yaşadığımız üç boyutlu evreni kendi başlarına gelecek felaketleri önlemek için aynı toplum yapısıyla yaratıp ihtimalleri değerlendiren boyutlu varlıklar olabilir mi? ya da leonard susskind'in dediği gibi evren iki boyutlu bir evrenin üç boyutlu bir holografik yansıması olabilir mi? yani kozmolojik ufukta iki boyutlu canlılar olabilir miyiz?

hadi (bkz: bilal'e anlatır gibi anlatmak) modeline geçelim.

iki boyutlu kodlamalarla üç boyutlu hologramlar yaratıp o hologramları görebiliyoruz. gerçekte de bu olabilir miyiz? gözlemlenebilir evrende bizim görebildiğimiz üç boyuta bildiğimiz zamanı da eklersek dört boyut var. fakat bundan da emin değiliz çünkü her evrenimiz zamanı da boyutları arasına alan varlıkların simülasyonu olabilir. hatta o evren de bizim bilmediğimiz başka bir boyuta daha sahip olan beş boyutlu varlıkların simülasyonu. hatta onlar da... cümleyi tahmin etmiş olmalısınız. iç içe geçmiş sonsuz simülasyon evrenlerinden birinde birer kod veya yapay zeka olarak yaşıyor olabiliriz.

düşünün. yaşadığımız üç boyutlu evrende görebildiğimiz her şey iki boyutlu. beş boyutlu evrende yaşayan varlıklar da zamanla birlikte dört boyut hissedecekler.

bunu bir kenara koyup teknolojinin bizi tanımasına dönelim.

yıllar sonra bir işe girişeceğinizi ele alalım. bu işle ilgili binlerce ihtimal olacaktır. peki tüm insanların bilgilerine sahip bir makine bu işle ilgili olan ihtimallerin her birini değerlendirip bu işe girip girmemeniz gerektiğini size söylese ne kadar güzel olurdu değil mi? değerlendirme yöntemi de simülasyonlar, yani sizin zihninizi sanal ortamda kullanmak, olurdu.

kafalar karıştı değil mi?

yaşadığınız evren gerçek sizin hatta bir başka birinin elindeki telefonun içinde olabilir. yaşadığınız evren sizden daha fazla boyutu hissedebilen varlıkların yarattığı evrenlerden birisi olabilir. ve bu şekilde milyonlarca evren ve milyonlarca siz milyonlarca ihtimal için yaratılmış kodlardan ibaret olabilirsiniz.

bence var olmaktan daha olası.
çağatay akman denen torbacı kitap çıkarıyormuş.

yunus günce denen çakma sunucu başımıza şair oldu.

çalıntı melodiyle her yerde konuşulan adam sanat duyarı kasıyor.

neden veya nasıl diye soran var mı?

sanat yapmak isteyen kimsenin bir gram imkanı olmaması bu durumun en büyük sebebi. ben de bir sanat emekçisiyim. müzik yapmaya çalışıyorum. kıytırık bar köşelerinde, soğuk sokaklarda o adını bile duymak istemediğim sanatın kültürsüz üst sınıfını oluşturan kişilerin şarkılarını isteyen insanları geçiştirerek geçiyor hayatımın bir kısmı. halbuki benim de şarkılarım var. benim de hayallerim var. adım yok. param yok. amcam, dayım yok. kaliteli müzik yaptığımı iddia edecek konuma ulaşmaya daha çok yolum var. en kötüsü de adım olsun istemiyorum. ortalama bir yaşam standardında kalitesiz müzik yapmadan yaşayabileceğim bir sanat hayatı istiyorum. adımı herkes bilsin gibi bir derdim olsaydı keşke, olabilseydi.

ben oyuncu olmaya çalışıyorum. çalışılmayacak koşullarda saçma turnelerde kötü çocuk oyunlarını okullara pazarlayan tüccarlarla geçiyor hayatımın bir kısmı da. az da olsa içime sinen bir projeye başlasam sonunda yine parasız, yine işsiz kalıyorum. iyi bir oyuncu olup olmadığımı bilebilme şansım yok çünkü parasızlıktan kaliteli izleyiciye ulaşamıyorum.

benim de yazdığım çizdiğim şeyler var ama insanlar yunus günce gibi, çakma torbacılar gibi kişilerin kitaplarından başını kaldırıp elimden tutmadığı için kaliteli bir okuyucu kitlesine erişimim yok.

ben düşünebiliyorum da insanlar neden düşünemiyor diye o kadar kızıyorum ki kendime. düşünme arkadaşım! oynama! besteleme! yazma! hepsini yapıyormuş gibi davran. isim kovala. çal. başkalarının eserlerini çal. başkalarının düşüncelerini benimse. herkes olursan herkesten değer görüyorsun.

bir ortamda elime gitar alıyorum ve popüler şeyler çalmaya başlıyorum. herkes mutlu. bir şarkımı çalayım desem herkes firar. kalan 2-3 kişi seviyor. istisnasız seviyor. ama onlar gibi olmadığım için, herkes olmadığım için dinlemeye gerek duymuyorlar. ben onlara tersim. herkes olmayana kimse gözüyle bakmaktan o kadar mutlu ki insanlık.

ben yoruldum dostlar. bar köşelerinden, kalitesiz çocuk oyunlarından, yazılarımı paylaşacak fanzin kovalamaktan değil; kendim olamamaktan yoruldum.
Yardımlaşma duygusunun varlığını hissetmek denebilir.

O bir yana aşık olduğum kadını interrail Türkiye sayesinde buldum.

Daha ne?

Edit: aşık olduğum kadın beni terk etti. Ulan interrail neden çıkarttın onu karşıma?
Couchrail'de sadece kadınların açtığı postlara yazan, foodrail'de sadece kadınlara yemek ısmarlayan, yardımrail'de sadece kadınlara yardım eden ve yurt dışında kız düşürme teknikleri başlığında toplanmış olması muhtemel sığırlar topluluğudur.

Grupta sayıları artmaktadır. Kadın postlarına gelen beğeni ve up sayısı buna gayet yeterli bir kanıt.

Peki neden ve nasıl artıyor? Gruba referanssız doluşturulan insanlar yüzünden mi mesela? Veya saptanıp atılmayan sığırlar yüzünden mi?

Neyse.
Dave mustaine'in metallica, daha doğrusu James hetfield, ile anlaşmazlığa düşmesiyle kurulmuş olan aşmış thrash metal grubu.

Grubun parlamaya başladığı ilk zamanlarda dinleyiciler dave mustaine'i o kadar sevmişti ki konserleri "dave is god" nidaları inletmekteydi.

Hetfield kıskanmış olacak ki dave mustaine'in kuyusunu kazdı.

Metallica'dan ayrılıp yine süper bir grup kurmuş başka birisi için: (bkz: jason newsted)