#tüm polythenepam entry'leri

toronto, kanada. döndüm ve hala adapte olamadım ne yazık ki, bunun bir çaresi yok mudur :d
italya ümitleri ile çıktığım yolda avusturya viyana’ya gitmiştim. ha umduğumu buldum mu buldum orası ayrı.
kanada'nın bir şehri, aynı zamanda başkent sanılır bir çok kişi tarafından. şehirdeki göçmen sayısı sanıyorum ki diğer kanada şehirlerinden fazla. bu da şehrin her yerinde kendisini gösteriyor. downtown bölgesi kalmak için elverişli ancak bir o kadar da pahalıdır. zaten toronto çok pahalı bir şehir, vancouver'dan sonra ikinci pahalı hatta. görülmesi gereken yerler en başta cn tower, royal ontario müzesi, toronto adaları, casa loma, eaton center, st. lawrance market ve kensington market. yonge-dundas square, church ve bloor caddeleri ile de ünlüdür. hazır torontodayken niagara şelalesine de uğramayı ihmal etmeyin.
budapeşte ile beraber en sevdiğim şehirlerden biridir. tam bir orta avrupa şehri olduğunu hemen hissediyorsunuz şehre geldiğinizde. petrin tepesi ve prag kalesi bulunduğunuz şehrin güzelliğini izlemek için harika yerler. aynı zamanda burada koçak gold old town'da bulunuyor ve para bozdurmak için ideal. hem suyunuzu doldurabiliyorsunuz hem de çay ikram ediyorlar. prag'da yaşayan insanlar çok cana yakın, bir sorunla karşılaşacağınızı düşünmüyorum. görüp gezmeye değer bir şehir gerçekten de.
diğer yazarların da dediği gibi mimarisi gerçekten mükemmel olan şehirdir. yurt dışına ilk kez çıktığımda viyana'ya gitmiştim, türkiye'den çok uç bir düzeyde farklı olduğunu hemen görebiliyorsunuz. yazılan yerlere ek olarak kohlenberg tepesine gitmenizi tavsiye ederim. buraya ulaşım U4 yani yeşil hat ile heiligenstadt durağında inip tam karşıdan 38A otobüsüne binerek sağlanıyor. bir diğer önerim de hundertwasser evleri. buraya da U2 hattından schattentor durağında inip 1 nolu tramvay ile hetzgasse'de inerek gidebilirsiniz.
en sevdiğim şehirlerden biri. şehirde gezebileceğiniz noktaları belirledikten sonra elinizde kalan budapeşte'nin havası/ortamı oluyor ve bana en çok huzur veren noktası da bu oldu. bir kere türk olmanızdan dolayı size bir ön yargı yok, hatta çok cana yakınlar. şehir aman aman büyük değil ki bu da bir diğer artı. gitmeden önce şehir gece çok güzel oluyor demişlerdi, bunu gözlemleme fırsatım oldu neyse ki. denildiği kadar var, şehir ışıl ışıl. parlamento binası, tuna nehri, balıkçılar kulesi, st. mathias katedrali, gellert tepesi ve tabii ki kahramanlar meydanı ile erszebet köprüsünü görmeden olmaz. özet olarak gidin görün mutlaka.

not: Kemal Atatürk yürüyüş yolu da kaleye çıkarken görebileceğiniz bir yol. Onu da görmenizi tavsiye ederim.
bir çok insan gibi benim de yolumun öğrencilik vesilesiyle kesiştiği şehir. bir yere yerleştiğimde öncelikle navigasyon yardımı ile şehrin bölgelerini tanımaya çalışırım, burada da aynısı oldu. okulum bitti ancak ankara'yı özleyeceğimi sanmıyorum, 4 yılım da kendimi zorlayıp şehre alışmaya çalışmakla geçti ancak nafile. akdeniz'den gelince insanlara, hayatın düzenine ve en önemlisi havaya alışmak gerçekten zor oluyor. benim için en önemli noktası anıtkabir olan şehir.
gidilen yerde belirli bir plana sadık kalmaya çalışmayın. ara sokaklarda kaybolmanın karşılığında çok güzel şeylere denk gelebiliyorsunuz. ayrıca yemek konusunda seçici olmamaya çalışın. marketlerde sandviç, kruvasan vs. şeyler ile de karnınızı doyurabilirsiniz. unutmayın ki en lüks yerde yediğiniz yemekten bile daha lezzetli olabilir bir sandviç ile sokaklarda oturup şehrin havasını solumak.