krzysztof kieslowski
Efsane yönetmenler listesinde zirvelerdedir. Sinemasında uzun soluklu susmalar vardır ama bu susmalar hep insanı düşünmeye yönlendirir bana bu yönüyle hep zeki demirkubuzu anımsatmıştır.
Sinemaya bazi rastlantilar sonucu başladığını söyleyen yönetmen, 'kültürel olarak daha değerli bir şey olduğunu gördüm, o da tiyatroydu ve tiyatro yönetmeni olmak yüksek öğretim gerektiriyordu bu yüzden sinema yönetmenliği sınavına girip tiyatroya oradan geçmek istedim' demiştir
Lodz film okulundaki sınavdan üç yıl sonra ilk belgesellerini çekmiş bu sırada Polonyadaki hareketlilikler baş verirken yolunu toplumsal özgürlükleri sorgulayan konulara çevirmiştir, 1968 yılındaki öğrenci hareketleri sırasında 28 yaşında olan krzysztof, Lodz okulunun en iyi profesörlerinin de tutuklanmasına şahit olmuştur. Bu olaylardan sonra Polonya sineması ağır sansür dönemine girmiş filmler nitelikleri yitik şekilde gösterime girmiş, hatta bazı yerlerde gizli gösterimler de yapılmıştır. Bi çok ülkede olduğu gibi siyasi tüm gerilim sinemanin geleceğini ve genel konusunu belirlemiş hatta o dönem bütün yönetmenler kendi yaşadıklarını beyaz perdeye aktarırken krzysztof ise olayların toplum gözünden nasıl göründüğünü konu eden sosyal ve toplumsal derinlik barındıran belgeseller çekmiştir. Bi çok filmi sansür ve yasak almasına rağmen istikrarla saptırmadan konu işlemeye devam etmiştir.
Uzun metrajlı filmlerinde ise insan hayatında gözden kaçan ve fark edilmeyecek detaylar üzerine saatler süren sorgulamayi başlatacak konular üzerinden giderken izleyiciye olayların değil duyguların yönetmeni olduğunu ispatlamis ve öğretmistir. İşlediği sıradan karakterlerin aslında iç dünyasında yaşadığı her şeyin birey için ulaşılmış ve yaşanmış en uç nokta olduğu vurgusu ile toplumdaki varoluş derdinin aslında kadere bağlı zayıflik değil umut ve iyimserlik güderek sürdürelebilir bir yaşam olduğunu anlatmaya çalışmıstir.
Cok uzun oluyor ama kendisi gerçekten derin ve gerçek bir yönetmen bence zaten şu sözleri de aslında onun neden bu kadar sevildiğini kanıtı ;
Film yapmak kitlelerin hoşuna gitmek, sayısız festivale katılmak, röportajlara yanıt vermekten ibaret bir iş değildir. Bunların tersine film yapmak, sabah 6:30’da kalkmak ve soğuğa, kara, yağmura, çamura rağmen sırtınıza yüklendiğiniz ağır çantalarla kilometrelerce yol yürümektir. Sinirlerinize hakim olmanız gereken bir iştir sinema. Gerektiğinde ailenizi, duygularınızı, özel yaşantınızla ilgili tüm ayrıntıları unutma zorunda kalmaktır. Belki iş adamları ya da ağır işlerde çalışanlar için de bu böyledir. Belki de artık bu işi yapmam gerekiyor. Bir yönetmen için son derece kritik bir dönemin eşiğindeyim şimdi. Sanırım artık eskisi kadar sabırlı değilim. Oyunculara, kameramanlara, hava koşullarına saatlerce beklemelere tahammülüm kalmadı. Bir yandan bu işe kendimden birçok şey verdiğimi düşünüyorum ve bu yüzden de öylece bırakıp gidemem.
Love u krzysztof!
Lodz film okulundaki sınavdan üç yıl sonra ilk belgesellerini çekmiş bu sırada Polonyadaki hareketlilikler baş verirken yolunu toplumsal özgürlükleri sorgulayan konulara çevirmiştir, 1968 yılındaki öğrenci hareketleri sırasında 28 yaşında olan krzysztof, Lodz okulunun en iyi profesörlerinin de tutuklanmasına şahit olmuştur. Bu olaylardan sonra Polonya sineması ağır sansür dönemine girmiş filmler nitelikleri yitik şekilde gösterime girmiş, hatta bazı yerlerde gizli gösterimler de yapılmıştır. Bi çok ülkede olduğu gibi siyasi tüm gerilim sinemanin geleceğini ve genel konusunu belirlemiş hatta o dönem bütün yönetmenler kendi yaşadıklarını beyaz perdeye aktarırken krzysztof ise olayların toplum gözünden nasıl göründüğünü konu eden sosyal ve toplumsal derinlik barındıran belgeseller çekmiştir. Bi çok filmi sansür ve yasak almasına rağmen istikrarla saptırmadan konu işlemeye devam etmiştir.
Uzun metrajlı filmlerinde ise insan hayatında gözden kaçan ve fark edilmeyecek detaylar üzerine saatler süren sorgulamayi başlatacak konular üzerinden giderken izleyiciye olayların değil duyguların yönetmeni olduğunu ispatlamis ve öğretmistir. İşlediği sıradan karakterlerin aslında iç dünyasında yaşadığı her şeyin birey için ulaşılmış ve yaşanmış en uç nokta olduğu vurgusu ile toplumdaki varoluş derdinin aslında kadere bağlı zayıflik değil umut ve iyimserlik güderek sürdürelebilir bir yaşam olduğunu anlatmaya çalışmıstir.
Cok uzun oluyor ama kendisi gerçekten derin ve gerçek bir yönetmen bence zaten şu sözleri de aslında onun neden bu kadar sevildiğini kanıtı ;
Film yapmak kitlelerin hoşuna gitmek, sayısız festivale katılmak, röportajlara yanıt vermekten ibaret bir iş değildir. Bunların tersine film yapmak, sabah 6:30’da kalkmak ve soğuğa, kara, yağmura, çamura rağmen sırtınıza yüklendiğiniz ağır çantalarla kilometrelerce yol yürümektir. Sinirlerinize hakim olmanız gereken bir iştir sinema. Gerektiğinde ailenizi, duygularınızı, özel yaşantınızla ilgili tüm ayrıntıları unutma zorunda kalmaktır. Belki iş adamları ya da ağır işlerde çalışanlar için de bu böyledir. Belki de artık bu işi yapmam gerekiyor. Bir yönetmen için son derece kritik bir dönemin eşiğindeyim şimdi. Sanırım artık eskisi kadar sabırlı değilim. Oyunculara, kameramanlara, hava koşullarına saatlerce beklemelere tahammülüm kalmadı. Bir yandan bu işe kendimden birçok şey verdiğimi düşünüyorum ve bu yüzden de öylece bırakıp gidemem.
Love u krzysztof!