londra
Sadece Camden bölgesinde bile tüm günü geçirmek mümkündür.
Londra'nın en "renkli" ve kendine özgü yerleşkelerinden birinin Camden bölgesi olduğunu söylersem abartmış sayılmam.
Güne sağlam bir kahvaltıyla ya da brunch'la başlamak isteyenler Camden Diner, Tai Pan Alley, Purezza ya da Blue's Kitchen'a uğrayabilirler. Zengin çeşitlerin yanında eklektik tatlara da açık olan damaklar kesinlikle bayram edecektir.
Camden Market alışveriş sevenlerin başını döndürecek kadar çok alternatife sahip. Özellikle de klişelerden kaçanları memnun edecek pek çok irili ufaklı dükkanı bu civarda bulmak mümkün. Vintage butikler, el yapımı hediyelik eşyalar, tasarım takılar ve daha pek çok farklı seçenek için adres belli!
Biraz soluklanmak ve nevi şahsına münhasır bu semti zihninize kazımak için Camden Lock'ta bir mola vermek size iyi gelecektir. Kanallar, sokak sanatçılarının rengarenk boyadığı graffitiler ve açık hava pub'larıyla bu bölge, alışkın olmadığınız ancak içine hemen karışabileceğiniz bir atmosfer sunuyor.
Tabii Camden demek biraz da sokak lezzetleri demek. Dünya mutfaklarının buluşma noktası olarak da kabul edebileceğiniz bu renkli semtin en az kendi kadar renkli yiyecek tezgahlarında her damak tadına uygun bir lezzet bulabilmek mümkün. Tabii bana sorarsanız en iyisi hiç denemediğiniz tatlara şans vermek olacaktır.
Regent's Canal gün boyu tadılan şahane porsiyonları sindirmek için benzersiz bir yürüyüş rotası sunuyor. Suyun dinlendirici etkisi bir yana, sürekli nefes alan ve çehresi değişen bu habitatı tam merkezinden deneyimlemek bambaşka!
Akşam için bir tık daha şık bir şeyler yemek isteyenleri Trap Kitchen'ın zengin deniz mahsulleri menüsü, Guanabana'nın Karayip lezzetleri, Lume'nin benzersiz şarap mahzeni ya da Lost Souls'un damak hafızanıza işleyecek pizzaları bekliyor!
Canlı müziğin kalbinin attığı bu semtte, caz barları ya da/ efsane statüsündeki konser/etkinlik salonu The Roundhouse'u deneyimlemeden günü bitirmek olmaz. Nabzı daha yüksek atan eğlence alternatifleri arayanlarıysa The Electric Ballroom ya da yeniden hizmete açılan KOKO'ya yönlendirmekte beis görmüyorum.
Londra'nın kalbinin attığı Camden'da geçen bir günün ardından kendinize en kısa sürede buraya yeniden gelme sözü vereceğinizden eminim!
Londra'nın en "renkli" ve kendine özgü yerleşkelerinden birinin Camden bölgesi olduğunu söylersem abartmış sayılmam.
Güne sağlam bir kahvaltıyla ya da brunch'la başlamak isteyenler Camden Diner, Tai Pan Alley, Purezza ya da Blue's Kitchen'a uğrayabilirler. Zengin çeşitlerin yanında eklektik tatlara da açık olan damaklar kesinlikle bayram edecektir.
Camden Market alışveriş sevenlerin başını döndürecek kadar çok alternatife sahip. Özellikle de klişelerden kaçanları memnun edecek pek çok irili ufaklı dükkanı bu civarda bulmak mümkün. Vintage butikler, el yapımı hediyelik eşyalar, tasarım takılar ve daha pek çok farklı seçenek için adres belli!
Biraz soluklanmak ve nevi şahsına münhasır bu semti zihninize kazımak için Camden Lock'ta bir mola vermek size iyi gelecektir. Kanallar, sokak sanatçılarının rengarenk boyadığı graffitiler ve açık hava pub'larıyla bu bölge, alışkın olmadığınız ancak içine hemen karışabileceğiniz bir atmosfer sunuyor.
Tabii Camden demek biraz da sokak lezzetleri demek. Dünya mutfaklarının buluşma noktası olarak da kabul edebileceğiniz bu renkli semtin en az kendi kadar renkli yiyecek tezgahlarında her damak tadına uygun bir lezzet bulabilmek mümkün. Tabii bana sorarsanız en iyisi hiç denemediğiniz tatlara şans vermek olacaktır.
Regent's Canal gün boyu tadılan şahane porsiyonları sindirmek için benzersiz bir yürüyüş rotası sunuyor. Suyun dinlendirici etkisi bir yana, sürekli nefes alan ve çehresi değişen bu habitatı tam merkezinden deneyimlemek bambaşka!
Akşam için bir tık daha şık bir şeyler yemek isteyenleri Trap Kitchen'ın zengin deniz mahsulleri menüsü, Guanabana'nın Karayip lezzetleri, Lume'nin benzersiz şarap mahzeni ya da Lost Souls'un damak hafızanıza işleyecek pizzaları bekliyor!
Canlı müziğin kalbinin attığı bu semtte, caz barları ya da/ efsane statüsündeki konser/etkinlik salonu The Roundhouse'u deneyimlemeden günü bitirmek olmaz. Nabzı daha yüksek atan eğlence alternatifleri arayanlarıysa The Electric Ballroom ya da yeniden hizmete açılan KOKO'ya yönlendirmekte beis görmüyorum.
Londra'nın kalbinin attığı Camden'da geçen bir günün ardından kendinize en kısa sürede buraya yeniden gelme sözü vereceğinizden eminim!
daha önce kendisini iki defa ziyaret etmiş olsam da (toplamda on gün) hiç yağmura denk gelmediğim, sincapların elinizden fıstık yediği ve elinize konan güvercinlerin avucunuzda bulunan hububat cinsi bitkilerin tohumlarını afiyetle mideye (evet taşlık o) indirdiği parkları olan, yaşayan insanların son derece kibar olmasından kaynaklı "sorry"lerin havada uçuştuğu Thames Nehri'nin ikiye ayırdığı güzel mi güzel İngiliz şehridir kendisi.
not1: iki gözüm önüme aksın ki acıkıp St. James's Park'taki kuğuyu kesip yiyen Türk ben değilim.
not2: Hyde Park'ta özgürce konuşabildiğiniz "Speaker's Corner" gerçekten var ama kimse sizi dinlemiyor.
not3: metroda bir teyzeye yer vermiştim, iki durak daha gitseydim beni evlatlık alacaktı. İngiliz vatandaşlığı düşünenler için bu da bir yöntem.
eyyorlamam bu kadar
not1: iki gözüm önüme aksın ki acıkıp St. James's Park'taki kuğuyu kesip yiyen Türk ben değilim.
not2: Hyde Park'ta özgürce konuşabildiğiniz "Speaker's Corner" gerçekten var ama kimse sizi dinlemiyor.
not3: metroda bir teyzeye yer vermiştim, iki durak daha gitseydim beni evlatlık alacaktı. İngiliz vatandaşlığı düşünenler için bu da bir yöntem.
eyyorlamam bu kadar
yıllarca yaşamak için hayalini kurduğum, sonunda ankara anlaşmasıyla 8 ay yaşama imkanı bulduğum, delisi bol şehir.
Ömürlük taşınma işini gerçekleştirememiş olsamda harika deneyimler kazandığım ve bol bol vietnam yemekleri yediğim için çok mutluyum.
hide parkta yapılan pikniklerin, notting hill deki portobello marketin, shoreditch te içilen kokteyllerin tadina doyum olmaz.
Ömürlük taşınma işini gerçekleştirememiş olsamda harika deneyimler kazandığım ve bol bol vietnam yemekleri yediğim için çok mutluyum.
hide parkta yapılan pikniklerin, notting hill deki portobello marketin, shoreditch te içilen kokteyllerin tadina doyum olmaz.
*arka sokaklarda çok dolaşmayın
*mcdonaldsta menü almayın, cheeseburger 1 pound, patates ve içecekler de tek olarak öyle bir şeyler, kendi menünüzü yapın.
*isteyenler big bus şehir turuna katılabiilir fakat buna gerek yoktur, nasıl gezebileceğinizi alta yazacağım tekrardan
*oxford streete gidip o kapüşonlular ve tshirtlerden alın, 5 sene evvel aldıklarımı hala giyiyorum.
*gece belli bir saatten sonra dükkanlar çat diye kapanır, otobüs seferleri de azalır, ona göre kendinizi ayarlayın
*yanınızda her daim küçük bir şemsiye veya şu naylon yağmurluklardan olsun
*uber sanırım daha ucuza geliyor, kendi taksilerini hiç kullanmadım o yüzden emin olamıyorum
*gezmek için gidiyorsanız alacağınız toplu taşıma biletleri "dayrider" olarak geçer bütün gün binip durun, 3 kere binecek olsanız amorti ediyordunuz son gittigim seferde, şu an bilemiyorum
*metroda kartınızı turnikenin bir yerinden soktugunuz zaman bizim metrolar gibi aynı yerden vermez onu, turnikenin diğer tarafından çıkar. "nerde lan benim kartım" diye güvenliği çağırmayın (bkz: ben yaptım sen yapma)
*merkez subway istasyonlarını ve ana otobüs hatlarını kesinlikle öğrenin.
*3 hafta ve daha uzun kalacaksanız poundland denilen magazadan gidin bir top-up hat alın. işinizi fazlasıyla görür
*madame tussauds ve hard rock cafe'ye uğrayın. londradaki hard rock çok güzeldir
not : inşallah hala duruyordur, madame tussauds'un çıkışında koyu yeşil bir minibüs var, sosisli falan satıyor. sosisli alırken "is it pork?" diye bir soru yöneltirseniz, "yok kardeşim benim tavuk sosisidir afiyetle ye." cevabını alırsınız. adamın samimiyetine mi sevineyim, türk olduğuna mı derken sosisli bitmiş olur
özet: londra çok güzel şehirdir vesselam. gerçekten güzeldir.
*mcdonaldsta menü almayın, cheeseburger 1 pound, patates ve içecekler de tek olarak öyle bir şeyler, kendi menünüzü yapın.
*isteyenler big bus şehir turuna katılabiilir fakat buna gerek yoktur, nasıl gezebileceğinizi alta yazacağım tekrardan
*oxford streete gidip o kapüşonlular ve tshirtlerden alın, 5 sene evvel aldıklarımı hala giyiyorum.
*gece belli bir saatten sonra dükkanlar çat diye kapanır, otobüs seferleri de azalır, ona göre kendinizi ayarlayın
*yanınızda her daim küçük bir şemsiye veya şu naylon yağmurluklardan olsun
*uber sanırım daha ucuza geliyor, kendi taksilerini hiç kullanmadım o yüzden emin olamıyorum
*gezmek için gidiyorsanız alacağınız toplu taşıma biletleri "dayrider" olarak geçer bütün gün binip durun, 3 kere binecek olsanız amorti ediyordunuz son gittigim seferde, şu an bilemiyorum
*metroda kartınızı turnikenin bir yerinden soktugunuz zaman bizim metrolar gibi aynı yerden vermez onu, turnikenin diğer tarafından çıkar. "nerde lan benim kartım" diye güvenliği çağırmayın (bkz: ben yaptım sen yapma)
*merkez subway istasyonlarını ve ana otobüs hatlarını kesinlikle öğrenin.
*3 hafta ve daha uzun kalacaksanız poundland denilen magazadan gidin bir top-up hat alın. işinizi fazlasıyla görür
*madame tussauds ve hard rock cafe'ye uğrayın. londradaki hard rock çok güzeldir
not : inşallah hala duruyordur, madame tussauds'un çıkışında koyu yeşil bir minibüs var, sosisli falan satıyor. sosisli alırken "is it pork?" diye bir soru yöneltirseniz, "yok kardeşim benim tavuk sosisidir afiyetle ye." cevabını alırsınız. adamın samimiyetine mi sevineyim, türk olduğuna mı derken sosisli bitmiş olur
özet: londra çok güzel şehirdir vesselam. gerçekten güzeldir.