yurt dışında yaşanan ilginç ve absürt anılar
Yıllardır seyahat eden beni bu başlığı açmaya sürüklemiş bir olay yaşadım 2 saat önce, Seul'de yolda yürüyorum gideceğim yeri bulamadım bende 3 kişinin yanına yaklaşıp İngilizce biliyor musunuz dedim iki genç ve biri orta yaşlı bu üç kişiden orta yaşlı olan bildiğini söyledi ve bende bu adrese gitmek istiyorum deyip adresi gösterdim adamda eliyle yolu işaret edip o taraftan gitmemi söyledi bende teşekkür ettim o sırada elini uzattı bende uzattım ve bir anda elimi ısırdı, size yaşadığım durumu asla anlatamam şok oldum ve hızlıca uzaklaştım en son arkamdan anıra anıra kahkaha atıyorlardı.
yer: romanya
şehir: oradea
mekan : mahalle bakkalı
tarih: 2009, akıllı telefon yok
erasmus'un ilk günleri, bakkala rumence sözlükle gidiyoruz çünkü ingilizce bilmiyor haliyle. üç arkadaş çay almaya bakkala girdik(süpermarket uzaktı, kahvaltı için canımız çekmişti). sözlüğü unuttuğumuzu bakkala girince farkettik ve bakkal amcayla sessiz sinema figürleriyle iletişime geçmeye başladık, aksi gibi ortada görünür çay paketi de yok.
el hareketleriyle çayı demledik, içtik, her şeyi yaptık, adam da bize paso bazı ürünler gösteriyor falan artık iyice kafayı yiyecek gibi oldum, 20 dk bir çayı anlatamadık adama.
en son ben bizim arkadaşlara dönüp "ya arkadaş bir çayı anlamadı adam ya, çay ya çay çay çay, çay!" diye serzenişte bulundum ve o anda bakkalın bize "çaaay?" diye seslenip arka taraftan çay paketi getirmesiyle tam anlamıyla dumur olduk.
evet rumence de çay yine çay diye telaffuz ediliyormuş. her şeyi unuturum bunu unutmam.
şehir: oradea
mekan : mahalle bakkalı
tarih: 2009, akıllı telefon yok
erasmus'un ilk günleri, bakkala rumence sözlükle gidiyoruz çünkü ingilizce bilmiyor haliyle. üç arkadaş çay almaya bakkala girdik(süpermarket uzaktı, kahvaltı için canımız çekmişti). sözlüğü unuttuğumuzu bakkala girince farkettik ve bakkal amcayla sessiz sinema figürleriyle iletişime geçmeye başladık, aksi gibi ortada görünür çay paketi de yok.
el hareketleriyle çayı demledik, içtik, her şeyi yaptık, adam da bize paso bazı ürünler gösteriyor falan artık iyice kafayı yiyecek gibi oldum, 20 dk bir çayı anlatamadık adama.
en son ben bizim arkadaşlara dönüp "ya arkadaş bir çayı anlamadı adam ya, çay ya çay çay çay, çay!" diye serzenişte bulundum ve o anda bakkalın bize "çaaay?" diye seslenip arka taraftan çay paketi getirmesiyle tam anlamıyla dumur olduk.
evet rumence de çay yine çay diye telaffuz ediliyormuş. her şeyi unuturum bunu unutmam.
viyana'da kahlenberg tepesindeyiz. bir anda yağmurun başlamasıyla kendimizi durakta bekleyen otobüsün içine attık. otobüsün ön tarafındaki tekli geniş koltukta 50 yaşlarında bir türk hanım, yan tarafındaki çiftli koltukların birinde ise 20'lerin sonundaki kızı oturuyordu. annesi kızını yanına oturması için çağırdı. kızından "ben sıkışmayı sevmiyorum anne" yanıtını alan kadın, kızına verdiği verdiği "o zaman sikis" yanıtıyla kahkaha atmamıza sebep oldu.
ilulissat havaalanında indikten sonra pilotun uçaktan inmesi ve gençler doğru yere geldiğinize emin misiniz, buraya kışın hiç turist gelmez diye sorması :) şehirdeki tek kafe olan iluliaq kafede öğle yemeği yerken yanımızda oturan gayet hoşsohbet iki kişiyle baya baya sohbet ettikten sonra bu iki kişinin nasa'da çalıştığını ve gündüz tepemizde dolaşan uçaktaki kişiler olduğunu öğrenmek :) ardından kafede oturan herkesin bilimsel bir amaçla orada olduğunu belirtmesi üzerine sıra bize gelince biz sadece geziyoruz diyebilmek :)))
Bir amerikalı, bir danimarkalı, bir türk bogota la candelariada bir hosteldeyiz. Danimarkalı kardeşimiz tutturmuş ben santa feye gidicem, santa feye gidicem (santa fe bogotanın red ligt bölgesi); amerikalı kardeşimiz danimarkalı kardeşimize ''gitme, etme, hava karardı, sen sarışın mavi gözlü bir gringosun senin için çok tehlikeli'' falan dil döküyor fakat danimarkalı kardeşimiz ''gidicem'' diyor başka birşey demiyor. Amerikalı kardeşimiz ''madem gideceksin türkü al türk kolombiyalılara benziyor onunla her yere girebilirsin'' falan ''gidelim mi?'' gidelim, kendimi takside buluyorum. Üzerimde atletico nacional forması, kirli sakal, ispanyolcam idare ediyor, daha önce candelarianın tepelerine gettolara çıkmışım çok rahatım. Taksiden iner inmez üç kolombiyalı formamı işaret edip beni almasın mı burada bu formayla ne yapıyorsun diye; meğer santa feyle atletico nacional arasında derbi mevzubahismiş ksk göztepe tadında, dedim bir dakika un momento ben futbol aşığı bir türküm ben derbi merbi bilmem beni salın dedim formayı çıkardım şortumun beline yarısını içeri sokacak şekilde astım dedim bötle okey midir, okeydir. Hop uzuyor ve uzaklaşıyoruz. Belki de dayak yemekten kurtulduğum unutamadığım bir anımdır (:
İki arkadaş Amsterdam da dolanıyoruz... Yorgunluktan ve açlıktan bitkin bir halde güzel bi İtalyan restoranına girdik.. İngilizce sipariş verirken garson soruyor pizzadan sonra kahve istermisiniz diye bizim arkadaş olur bitane alırım derken garson tekrardan nasıl olsun filan ...
bende açlığın verdiği yetkiye dayanarak - Burak s*k*cem artık çayını kahveni orta şekerli olsun derken garson abimiz kendinden emin bir şekilde söze giriyor...
- abime bitane orta kahve yazıyorum.
(Amsterdam da İtalyan restoranında Türk garsonla karşılaşmamızın verdiği şaşkınlık garson abimizle kısa fakat anlamlı bir bakışmamıza neden olmuştu... )
Demekki Türkler heryerde imiş.
bende açlığın verdiği yetkiye dayanarak - Burak s*k*cem artık çayını kahveni orta şekerli olsun derken garson abimiz kendinden emin bir şekilde söze giriyor...
- abime bitane orta kahve yazıyorum.
(Amsterdam da İtalyan restoranında Türk garsonla karşılaşmamızın verdiği şaşkınlık garson abimizle kısa fakat anlamlı bir bakışmamıza neden olmuştu... )
Demekki Türkler heryerde imiş.