doğu ekspresi
Kendime ait blog sayfamda daha önce yazdığım bir hatıramdır aşağıdaki yazdıklarım.
---
Sabah haydarpaşa’dan bindiğimiz Doğu Ekspresinde kuzenimle beraber Kayseri’ye gidiyoruz. Kompartımana yerleştik. Evden hazırlanan nevaleleri hazırlıyoruz. Genelde Kayseri’den gelen bir araç sucuk, pastırma kokar ama Kayseri’ye gideni sucuk – sarımsak kokuyor, bizimkiler yolda yersiniz diye Kayseri’den vaktiyle gelmiş olan nevaleleri koymuşlar çantaya. Allah’tan kimse yok kompartımanda hazırladık yedik. Ama içerisi felaket kokuyor. Camları açtık, Pendik’e kadar içeriyi temizledik.
İçimizde bir endişe var. Acaba kim gelecek buraya. Bir baktık Pendik’te bir ihtiyar teyze yanında diğer aile fertleri. Bir hışımla girdi içeri. Siz ne arıyorsunuz burada burası bizim, biz taamını kapattırdık falan konuşuyor. Biz 13-14 numaralı koltuklara biletliyiz. Örtülü kuşetli vagon ve 4 kişilik kompartımanlardan. Kuzenim Mustafa ile birbirimiz bakıyoruz eyvah dercesine. Kadının şivesine bakılırsa memleketi Erzincan-Erzurum, oradan önce ineceği de yok gibi. Kayseri’ye kadar yandık dedim içimden.
Kuzenim Almanya’da yaşıyor bu yıl tatile ilk kez tek başına geldi. İlk kez de Türkiye’de trene biniyor. Hem de Doğu gibi, bilmeyene yolu bitmez bir trene. Çocuğun ilk kez bindiği memleket treninde sabah sabah karşılaştığı olaya bak.
Sonra teyze senin bilet kaç numara dedik. 15 16 17 18 diye sıradan saydı. Hala burası bizim, sizin değil diyor. Neyse teyze bileti bir ver bakalım dedik. O da ne 55-56-… o sıradan gidiyor. Ardından derin bir oh çektik. Az sonra benim yaşlarda iki genç geldi. Onlarda kuzenmiş. Sivas yolcusuymuş onlar da birisi orda öğrenci, diğeri de orda yaşıyor. Neyse dedik ihtiyardan kurtulduk.
Yolda muhabbeti iyi tutturduk. Arada bir onlar yemekli vagona gidip sigara içiyorlar. Biz eşyalara bakıyorduk, biz çay içmeye gidince de onlar.
Ben anlatıyorum bu trenler böyledir, bu vagonlar şöyledir. Bak burası Karaköy en meşhur rampadır. bozüyük’ün Akpınar köyünden geçerken “bak burası benim köyüm burada büyüdüm…” anlatıyorum. Ama oradan geçerken üzücü bir olaya şahit olduk. Bozüyük’ten benim köyüme kadar yaklaşık 7 km.lik bir mesafede yol boyu tüm ağaçlar yanmıştı.
Eskişehir’e vardık. fotoğraf makinesi için pil almaya indik. Trenin en çok durduğu istasyon olduğunu bildiğimiz halde koşarak gidip geldik. Geldiğimizde yan kompartmana küçük çocuklu bir aile geldi. Bize gelip İngilizce bilen var mı diye sordu. Buyurun yardımcı olalım dedik. Adam içerdeki bizim gibi genç turist göstererek “Ya şimdi biz ondan o bizden rahatsız olacak, söyleseniz de başka bir yere geçse olur mu” dedi. Ben sordum, o da olur dedi. Sonra diğer arkadaşlar da olur diyince ne yer arayacaksın gel bize dedik. Beraber yolculuğumuz Eskişehir’de başladı.
İsmi Juan, ispanya’da mimarlık yapan meksika’lı bir genç 25-26 yaşında. Neden Türkiye’yi tercih ettin dedik. Birkaç fotoğrafını gördüm çok beğendim, uçağa atlayıp atina’ya oradan da İstanbul’a geldim dedi. İki gün İstanbul’u gezmiş. Şimdi nereye dedik. Kayseri’ye gidiyorum oradan kapadokya’ya geçeceğim dedi.
Sonra biraz uyuduk.
Ankara’ya 2 saat rötarla girdik. Malum hızlı tren için yol çalışması var. Sivaslı arkadaşlarla beraber inip nevale takviyesi yaptık. Kompartımana dönünce güzel bir sofra hazırladık. Ne varsa serdik ortaya. Hep beraber afiyet olsun. Juan şaşkın ve hayran bir biçimde teşekkür ediyordu. Ardına geyik muhabbeti, sizin oralar nasıl, spor(futbol), müzik, aşk-iş-aile üzerine tercüman destekli güzel bir muhabbet. Bir ara Juan ve diğer arkadaşlar yemekli vagona gidip biraz içtiler. Tercüme yok ama döndüklerinde hepsi gülüyordu.
Kırıkkale’den sonra herkes uyudu. Ben, arka fonda fransızca şarkılarla, yarım yamalak uyuyorum. Tren nerde dursa kalkıp bakıyorum, sonra Kayseri’ye rapor: şimdi Yerköy, şimdi Şefaatli, şimdi Himmetdede. Tren gecikince orada da merakla bekliyorlar, gece ikiyi geçerken indik Kayseri’ye. İki saatlik rötarı 45dakikaya indirmişti sevgili makinistimiz.
Dayımla teyzem karşıladı bizi istasyonda. Bu saatte ne Ürgüp’e araba olur ne de kalacak yer. Bizim Juan’ı da aldık eve götürdük, geceyi biz de geçirdi. Sabah kahvaltıdan sonra da Ürgüp arabasına bindirip yolcu ettim.
Dönüşümüzü de 4 Eylül Mavi ve Başkent ile 10 Eylül’de yaptık. Kayda değer bir anımız olmasa da keyifli bir yolculuktu.
Bir de trenle geliyoruz dediğimizde bazı yakınlarımız “napıyorsunuz, kafayı mı yediniz, Almanya’dan gelen adam burada trene mi bindirilir, işkence mi çekeceksiniz” gibi sözler de sarf etti ama olsun biz memnunduk. Yata yata, göre göre gittik. Hem otobüse o kadar para vereceğim, hem 10-12 saat için en fazla 3 kere mola verecek, ayaklar uyuşacak, tuvalet yok vs vs…
Bir yolculuğunun ardından bir arkadaşım ve bir hatıra daha oldu. Benden öte kuzenim için çok güzel bir tatil oldu.
Trenler böyle güzeldir işte. Daha ne diyelim ki….
Sürç-ü lisan ettiysem affola.
---
Sabah haydarpaşa’dan bindiğimiz Doğu Ekspresinde kuzenimle beraber Kayseri’ye gidiyoruz. Kompartımana yerleştik. Evden hazırlanan nevaleleri hazırlıyoruz. Genelde Kayseri’den gelen bir araç sucuk, pastırma kokar ama Kayseri’ye gideni sucuk – sarımsak kokuyor, bizimkiler yolda yersiniz diye Kayseri’den vaktiyle gelmiş olan nevaleleri koymuşlar çantaya. Allah’tan kimse yok kompartımanda hazırladık yedik. Ama içerisi felaket kokuyor. Camları açtık, Pendik’e kadar içeriyi temizledik.
İçimizde bir endişe var. Acaba kim gelecek buraya. Bir baktık Pendik’te bir ihtiyar teyze yanında diğer aile fertleri. Bir hışımla girdi içeri. Siz ne arıyorsunuz burada burası bizim, biz taamını kapattırdık falan konuşuyor. Biz 13-14 numaralı koltuklara biletliyiz. Örtülü kuşetli vagon ve 4 kişilik kompartımanlardan. Kuzenim Mustafa ile birbirimiz bakıyoruz eyvah dercesine. Kadının şivesine bakılırsa memleketi Erzincan-Erzurum, oradan önce ineceği de yok gibi. Kayseri’ye kadar yandık dedim içimden.
Kuzenim Almanya’da yaşıyor bu yıl tatile ilk kez tek başına geldi. İlk kez de Türkiye’de trene biniyor. Hem de Doğu gibi, bilmeyene yolu bitmez bir trene. Çocuğun ilk kez bindiği memleket treninde sabah sabah karşılaştığı olaya bak.
Sonra teyze senin bilet kaç numara dedik. 15 16 17 18 diye sıradan saydı. Hala burası bizim, sizin değil diyor. Neyse teyze bileti bir ver bakalım dedik. O da ne 55-56-… o sıradan gidiyor. Ardından derin bir oh çektik. Az sonra benim yaşlarda iki genç geldi. Onlarda kuzenmiş. Sivas yolcusuymuş onlar da birisi orda öğrenci, diğeri de orda yaşıyor. Neyse dedik ihtiyardan kurtulduk.
Yolda muhabbeti iyi tutturduk. Arada bir onlar yemekli vagona gidip sigara içiyorlar. Biz eşyalara bakıyorduk, biz çay içmeye gidince de onlar.
Ben anlatıyorum bu trenler böyledir, bu vagonlar şöyledir. Bak burası Karaköy en meşhur rampadır. bozüyük’ün Akpınar köyünden geçerken “bak burası benim köyüm burada büyüdüm…” anlatıyorum. Ama oradan geçerken üzücü bir olaya şahit olduk. Bozüyük’ten benim köyüme kadar yaklaşık 7 km.lik bir mesafede yol boyu tüm ağaçlar yanmıştı.
Eskişehir’e vardık. fotoğraf makinesi için pil almaya indik. Trenin en çok durduğu istasyon olduğunu bildiğimiz halde koşarak gidip geldik. Geldiğimizde yan kompartmana küçük çocuklu bir aile geldi. Bize gelip İngilizce bilen var mı diye sordu. Buyurun yardımcı olalım dedik. Adam içerdeki bizim gibi genç turist göstererek “Ya şimdi biz ondan o bizden rahatsız olacak, söyleseniz de başka bir yere geçse olur mu” dedi. Ben sordum, o da olur dedi. Sonra diğer arkadaşlar da olur diyince ne yer arayacaksın gel bize dedik. Beraber yolculuğumuz Eskişehir’de başladı.
İsmi Juan, ispanya’da mimarlık yapan meksika’lı bir genç 25-26 yaşında. Neden Türkiye’yi tercih ettin dedik. Birkaç fotoğrafını gördüm çok beğendim, uçağa atlayıp atina’ya oradan da İstanbul’a geldim dedi. İki gün İstanbul’u gezmiş. Şimdi nereye dedik. Kayseri’ye gidiyorum oradan kapadokya’ya geçeceğim dedi.
Sonra biraz uyuduk.
Ankara’ya 2 saat rötarla girdik. Malum hızlı tren için yol çalışması var. Sivaslı arkadaşlarla beraber inip nevale takviyesi yaptık. Kompartımana dönünce güzel bir sofra hazırladık. Ne varsa serdik ortaya. Hep beraber afiyet olsun. Juan şaşkın ve hayran bir biçimde teşekkür ediyordu. Ardına geyik muhabbeti, sizin oralar nasıl, spor(futbol), müzik, aşk-iş-aile üzerine tercüman destekli güzel bir muhabbet. Bir ara Juan ve diğer arkadaşlar yemekli vagona gidip biraz içtiler. Tercüme yok ama döndüklerinde hepsi gülüyordu.
Kırıkkale’den sonra herkes uyudu. Ben, arka fonda fransızca şarkılarla, yarım yamalak uyuyorum. Tren nerde dursa kalkıp bakıyorum, sonra Kayseri’ye rapor: şimdi Yerköy, şimdi Şefaatli, şimdi Himmetdede. Tren gecikince orada da merakla bekliyorlar, gece ikiyi geçerken indik Kayseri’ye. İki saatlik rötarı 45dakikaya indirmişti sevgili makinistimiz.
Dayımla teyzem karşıladı bizi istasyonda. Bu saatte ne Ürgüp’e araba olur ne de kalacak yer. Bizim Juan’ı da aldık eve götürdük, geceyi biz de geçirdi. Sabah kahvaltıdan sonra da Ürgüp arabasına bindirip yolcu ettim.
Dönüşümüzü de 4 Eylül Mavi ve Başkent ile 10 Eylül’de yaptık. Kayda değer bir anımız olmasa da keyifli bir yolculuktu.
Bir de trenle geliyoruz dediğimizde bazı yakınlarımız “napıyorsunuz, kafayı mı yediniz, Almanya’dan gelen adam burada trene mi bindirilir, işkence mi çekeceksiniz” gibi sözler de sarf etti ama olsun biz memnunduk. Yata yata, göre göre gittik. Hem otobüse o kadar para vereceğim, hem 10-12 saat için en fazla 3 kere mola verecek, ayaklar uyuşacak, tuvalet yok vs vs…
Bir yolculuğunun ardından bir arkadaşım ve bir hatıra daha oldu. Benden öte kuzenim için çok güzel bir tatil oldu.
Trenler böyle güzeldir işte. Daha ne diyelim ki….
Sürç-ü lisan ettiysem affola.