kelebekler vadisi
on yıl önce iki yaz üst üste gittiğim vadi. geçen yaz yukarıdan kendisine bir baktım, üstten pek değişmiş görünmüyordu. ama aşağıdan nasıldır bilemem...
öncelikle kesinlikle farklı olmaya çalışayım derken aynı olmuş insanlar bir araya gelmiş orada. şile bezi kumaş-rasta-dövme üçlüsü olmayan insan yok gibi... varsa da günübirlik turla gelenlerdendir kesin.
ve o tur tekneleri... en nefret edilesi şey de bunlardı. o sessizliği gümbür gümbür müzikle bir anda bombok ederlerdi. mangal kokuları ve giderken bıraktıkları atıklarla deniz keyfini de tamamen kaçırırlardı. o yüzden vadide konaklayanların çoğu tekneler gelmeden deniz keyfini sürüp onlar varken bir yerlere kaçardı...
ama ne olursa olsun, gece çadırdaki döşeğini plaja taşıyıp hiçbir şehir ışığı olmadan, iki dağın arasında kalmış vadiden gökyüzüne bakarak uykuya dalmanın huzurunu kolay kolay bulamazsınız.
sabah vadinin arkasından doğup da artık vücuda temas etmeye başlayan güneşin sıcağı ile uyanıp, üşenmeyip şelaleye çıkarak o soğuk suda ayılmanın verdiği mutluluğu da tarif edemem.
kahvaltıya gelen, hiç tanımadığınız insanlarla aynı masada oturup, sanki 40 yıldır birbirinizi tanıyormuş samimiyeti ile sohbet etmek de apayrı bir deneyim, türkiye için umut verici bir şeydir mesela. tabii 10 yılda bu değişmiş midir bilemem...
ha bir de adlarını hatırlamadığım iki tane kangalları vardı. erkeği ile bir ağaç dalını alıp saatlerce oynamanın keyfini de unutmadım. dişisi pek dost canlısı değildi...
şu giriyi yazayım derken o günlere döndüm resmen.
öncelikle kesinlikle farklı olmaya çalışayım derken aynı olmuş insanlar bir araya gelmiş orada. şile bezi kumaş-rasta-dövme üçlüsü olmayan insan yok gibi... varsa da günübirlik turla gelenlerdendir kesin.
ve o tur tekneleri... en nefret edilesi şey de bunlardı. o sessizliği gümbür gümbür müzikle bir anda bombok ederlerdi. mangal kokuları ve giderken bıraktıkları atıklarla deniz keyfini de tamamen kaçırırlardı. o yüzden vadide konaklayanların çoğu tekneler gelmeden deniz keyfini sürüp onlar varken bir yerlere kaçardı...
ama ne olursa olsun, gece çadırdaki döşeğini plaja taşıyıp hiçbir şehir ışığı olmadan, iki dağın arasında kalmış vadiden gökyüzüne bakarak uykuya dalmanın huzurunu kolay kolay bulamazsınız.
sabah vadinin arkasından doğup da artık vücuda temas etmeye başlayan güneşin sıcağı ile uyanıp, üşenmeyip şelaleye çıkarak o soğuk suda ayılmanın verdiği mutluluğu da tarif edemem.
kahvaltıya gelen, hiç tanımadığınız insanlarla aynı masada oturup, sanki 40 yıldır birbirinizi tanıyormuş samimiyeti ile sohbet etmek de apayrı bir deneyim, türkiye için umut verici bir şeydir mesela. tabii 10 yılda bu değişmiş midir bilemem...
ha bir de adlarını hatırlamadığım iki tane kangalları vardı. erkeği ile bir ağaç dalını alıp saatlerce oynamanın keyfini de unutmadım. dişisi pek dost canlısı değildi...
şu giriyi yazayım derken o günlere döndüm resmen.