küçük iskender
Dün ağır roman filmini izlerken yeniden görüp ne kadar özlediğimi hatırladığım düşünür, şair.
“şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni
bıraktın beni
o tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden
bir yansıma bir sıçrayış
gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni;
yazı sorguya aldılar
işkencede kısa kalbim
dolaşıyorum yeni yanmış lisenin koridorlarında
da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar
ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni;
kibar bir orospuyum ben, bunu da yazdım kumsala,
tırnaklarına gözyaşı ojeleri süren
artmayacağım, eksilmekti sevişmelerimiz
bunun için her gün bir çocuk öldürüyorum
parmaklarım bir ferman gibi açılıyor gırtlağında
bir güle saati sormak değil mi çekip gitmenin öncesi
eğilip bir kediyi okşamak olmasın
geri gelmek istemenin en büyük delili;
bıraktın beni.
yanıtım: anlayacaktık zaten sıkıldığımızı ve bunun
böyle bungun, kırışık sürmeyeceğini
kahverengiye çevirdi yaşadığım sevdalar beni
türkçeler yetmedi karardıkça parlayan şarkıma
girdiğim bahçede yitti sidikli ömrüm
sanki
bir tren raydan çıktı vücudumda
bıraktın beni.
yıkandım ateşin suyunda
gümüşlendim kurşunlandım
neşter perisiyim şimdilerdeyse
yüksek sesle güldüm buna
bunu da- bunu da yazdım kumsala
kendi çevremi
üçyüz altmış beş günde döndüm sana döndüm dön bana
kurtarılmaz ayrılıklar mı yaşıyoruz çarparak söğütlere
uğrunda ölünecekleri mi gömüyoruz güneşin battığı yere!
aşk, çekim eki almıyor,başka uyaklarla kalıyor ayakta bıraktın beni
aşk, artık korkak bir zamir gibi
sabah akşam sağına soluna jilet atmakta
bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
yalnızlık okuma-yazma bilmiyor
siz sürdürün kentinizi
komik sarhoşluklarınızı- sahte öpüşmelerinizi
girin kalabalığa pazaryerlerine otobüslere bıraktın beni;
kaybolun yüzünüzde
siz sürdürün kentinizi
yangınınızı ben alıyorum, depremlerinizi
sel baskınlarınızı, salgınlarınızı
afetleri götürüyorum muazzam aşklarınızdan
şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktınız beni!
içime beton bir martı döktünüz
içime batırdınız ceylan kemiğini!
sevgi kubilay'ıydım ben
keserek bileklerimi nankör bir testereyle
kopuk ellerimi dolaştırdınız bir sopa ucunda tüm yeryüzünde
şiir yazdırmadınız bana şiirime döndüm sana döndüm
dön bana
siz sürdürün kentinizi
ben sizin payınıza nasıl olsa
yaşıyorum trajedilerinizi
muazzam aşklarınızdaki!”
“şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktılar beni
bıraktın beni
o tahta balerinin yırtık bacaklarında benim tebliğimden
bir yansıma bir sıçrayış
gece üçte uyanıp başladım alkışlamaya,bıraktın beni;
yazı sorguya aldılar
işkencede kısa kalbim
dolaşıyorum yeni yanmış lisenin koridorlarında
da sözlüye kaldırılıyor ilk sevgilim intihar
ben hiç ders çalışmadım senden başka, bıraktın beni;
kibar bir orospuyum ben, bunu da yazdım kumsala,
tırnaklarına gözyaşı ojeleri süren
artmayacağım, eksilmekti sevişmelerimiz
bunun için her gün bir çocuk öldürüyorum
parmaklarım bir ferman gibi açılıyor gırtlağında
bir güle saati sormak değil mi çekip gitmenin öncesi
eğilip bir kediyi okşamak olmasın
geri gelmek istemenin en büyük delili;
bıraktın beni.
yanıtım: anlayacaktık zaten sıkıldığımızı ve bunun
böyle bungun, kırışık sürmeyeceğini
kahverengiye çevirdi yaşadığım sevdalar beni
türkçeler yetmedi karardıkça parlayan şarkıma
girdiğim bahçede yitti sidikli ömrüm
sanki
bir tren raydan çıktı vücudumda
bıraktın beni.
yıkandım ateşin suyunda
gümüşlendim kurşunlandım
neşter perisiyim şimdilerdeyse
yüksek sesle güldüm buna
bunu da- bunu da yazdım kumsala
kendi çevremi
üçyüz altmış beş günde döndüm sana döndüm dön bana
kurtarılmaz ayrılıklar mı yaşıyoruz çarparak söğütlere
uğrunda ölünecekleri mi gömüyoruz güneşin battığı yere!
aşk, çekim eki almıyor,başka uyaklarla kalıyor ayakta bıraktın beni
aşk, artık korkak bir zamir gibi
sabah akşam sağına soluna jilet atmakta
bu bir lisan-ı hafidir ki ruha dolmakta
yalnızlık okuma-yazma bilmiyor
siz sürdürün kentinizi
komik sarhoşluklarınızı- sahte öpüşmelerinizi
girin kalabalığa pazaryerlerine otobüslere bıraktın beni;
kaybolun yüzünüzde
siz sürdürün kentinizi
yangınınızı ben alıyorum, depremlerinizi
sel baskınlarınızı, salgınlarınızı
afetleri götürüyorum muazzam aşklarınızdan
şeytanın beline sardığı kuşakla bağlayıp gözlerimi
bu korkunç tuzlu yutkunmanın orta yerine bıraktınız beni!
içime beton bir martı döktünüz
içime batırdınız ceylan kemiğini!
sevgi kubilay'ıydım ben
keserek bileklerimi nankör bir testereyle
kopuk ellerimi dolaştırdınız bir sopa ucunda tüm yeryüzünde
şiir yazdırmadınız bana şiirime döndüm sana döndüm
dön bana
siz sürdürün kentinizi
ben sizin payınıza nasıl olsa
yaşıyorum trajedilerinizi
muazzam aşklarınızdaki!”