#tüm junglejulia başlıkları
bir hülya avşar beyanı. kendi sunduğu sohbet programına konuk olan mehmet aslantuğ'a söylemiştir. ve tabi beraberinde biz, milyonlara da. kendisini izleyen, beğenen, takip eden kadın ve geleceğin kadınlarına da muazzam bir rol modellik ettiğini kanıtamıştır bu beyanla(!). günümüz kadınlarının üretimdeki yerini yok saymakla kalmıyor aynı zamanda aile içi dinamiklere de bariz şekilde bir sınıflandırma yaratıyor bu sözleriyle. benzeri tv programları ve kuruluşları da bu olguları her geçen gün cansuyu olmaya devam ediyor.
söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, bu toplumda kadının yerini ve değerini en birinci olarak kendi kadınlarımız belirliyor! bu tip düşüncelerle onlar gölgeliyorlar. umarım bu yaptığı sadece ona dikte edilmiş sözlerin tekrarlanmasıdır, umarım kendisi böyle aptalca bir zihinle bunca sene yüzlerce insanı zehirlememiştir.
söyleye söyleye dilimizde tüy bitti, bu toplumda kadının yerini ve değerini en birinci olarak kendi kadınlarımız belirliyor! bu tip düşüncelerle onlar gölgeliyorlar. umarım bu yaptığı sadece ona dikte edilmiş sözlerin tekrarlanmasıdır, umarım kendisi böyle aptalca bir zihinle bunca sene yüzlerce insanı zehirlememiştir.
the art of happiness, mutluluk sanatı 2013 yapımı muazzam bi italyan animasyonu. yönetmenliğini ve yazarlığını alessandro rak'in yaptığı filmde; taksi şoförlüğü yapan başkahramanımız, budizme gönül verip napoli'den uzaklara kaçan abisine duyduğu özlem ve öfkeyle günümüz insanının yaşam felfesesini sorguluyor.
kariyerine belgesel yönetmenliği ve senaryo yazarlığını da eklemiş başarılı yönetmen. çok narin ve derin işleyişiyle kendi varoluş sorgulamasını kendince paylaşıyor her filminde...
'the thin red line' ve 'tree of life' gibi çok kuvvetli iki drama örneğini gayet sade ve nötr bi' anlatım tekniği ve inanılmaz kaliteli video çekimleri ile bizlere sunuyor. bu iki muazzam filmini mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
'the thin red line' ve 'tree of life' gibi çok kuvvetli iki drama örneğini gayet sade ve nötr bi' anlatım tekniği ve inanılmaz kaliteli video çekimleri ile bizlere sunuyor. bu iki muazzam filmini mutlaka izlemenizi tavsiye ederim.
1900'lü yılların başında açılmış Alman sanat okulu, endüstri ve sanat arasındaki kopukluk ve o koca boşluğu doldurarak tasarım ve mimari alanlarında çok büyük değişimler yaratmıştı. Walter Gropius Almanya'daki en önemli iki sanat ve tasarım okulunu birleştirerek Bauhaus adı altında bir grup oluşturdu. Anafikir olarak mimari ve endüstride hala hüküm sürmekte olan rönesans çizgileri, ağır işlemeler ve işçilik gerektiren motifleri kaldırarak(yani sanatı ve mimariyi, üretimi birbirinden ayırarak) yeni bir işleme süreci planlamaktı. bu süreç bugün bir çoğumuzun (öhöömm) ekmek kapısı olan 'endüstri tasarımı' kavramını doğurmuştur. teşekkür ederiz bauhaus baba.
elbette almanyanın bir çok köşesinde bauhaus'un derin etkilerini görmek mümkün. (stuttgart, berlin gibi)
elbette almanyanın bir çok köşesinde bauhaus'un derin etkilerini görmek mümkün. (stuttgart, berlin gibi)
tanıştığımız, konuştuğumuz; dostluk ettiğimiz insanların fikrine ve şahsi deneyimlerimize dayanarak her bireyin kendi mizacına göre farklı bi' coğrafyaya sempati duyduğunu söyleyebiliriz.
işin garibi, çok güzel olan hatta dünya mirasına girmiş toprakları bile mutlaka beğenen ve hiç beğenmeyen insanlar olabiliyor. buradan anlayabileceğimiz kadarıyla bu kişisel sempatinin ölçütü kesinlikle sadece coğrafi güzellikler değil. o yüzden bence yurtdışına eğitim, iş ya da bireysel olarak taşınma kararı alırken (özellikle uzun süre için ikamet edilecek yeri seçerken) ilk önce kendi kişilik analizimizi incelememiz gerekiyor.
bazı insanlar doğuştan dakik, işlerinde dikkatli olup toplum kurallarına son derece önem verdiği için böyle bi toplulukla yaşama isteği içinde olur. bulunduğu düzenin kurallarını hızlı benimseyip kendisini disipline edebilen bireyler için kuzey avrupa ülkeleri; batı avrupanın bi kısmı çok mutluluk verici olabilir.
bazıları ise, güneşin enerjisini, mimarideki çarpıklığın o ritmik havasını, insanlardaki hoşgörü, samimiyet ve sıcak kanlılığı vazgeçilmez bulur. çıkan ufak aksaklıkları tölere etmekte sorun yaşamazlar. bu yapıdaki insanlar için akdeniz'e kıyısı olan ülkeler (özellikle türkiye'de büyümüş bireyler için) kolay uyum sağlanabilen keyif verici bi yaşantı sunabilir.
bu örnekler çoğaltılabilir elbette... yine de dostlar bunların hepsi birer çıkarım; her ne olursa olsun imkan varsa, mümkün olduğu kadar çok farklı memlekete gidip görmeli, kendi mizacımıza uygun o toprakları kendimiz keşfetmeliyiz...
işin garibi, çok güzel olan hatta dünya mirasına girmiş toprakları bile mutlaka beğenen ve hiç beğenmeyen insanlar olabiliyor. buradan anlayabileceğimiz kadarıyla bu kişisel sempatinin ölçütü kesinlikle sadece coğrafi güzellikler değil. o yüzden bence yurtdışına eğitim, iş ya da bireysel olarak taşınma kararı alırken (özellikle uzun süre için ikamet edilecek yeri seçerken) ilk önce kendi kişilik analizimizi incelememiz gerekiyor.
bazı insanlar doğuştan dakik, işlerinde dikkatli olup toplum kurallarına son derece önem verdiği için böyle bi toplulukla yaşama isteği içinde olur. bulunduğu düzenin kurallarını hızlı benimseyip kendisini disipline edebilen bireyler için kuzey avrupa ülkeleri; batı avrupanın bi kısmı çok mutluluk verici olabilir.
bazıları ise, güneşin enerjisini, mimarideki çarpıklığın o ritmik havasını, insanlardaki hoşgörü, samimiyet ve sıcak kanlılığı vazgeçilmez bulur. çıkan ufak aksaklıkları tölere etmekte sorun yaşamazlar. bu yapıdaki insanlar için akdeniz'e kıyısı olan ülkeler (özellikle türkiye'de büyümüş bireyler için) kolay uyum sağlanabilen keyif verici bi yaşantı sunabilir.
bu örnekler çoğaltılabilir elbette... yine de dostlar bunların hepsi birer çıkarım; her ne olursa olsun imkan varsa, mümkün olduğu kadar çok farklı memlekete gidip görmeli, kendi mizacımıza uygun o toprakları kendimiz keşfetmeliyiz...
milanoya yolu düşen gezginler için, gitmeden bikaç hafta önce ayırabiliceğiniz biletlerle santa maria delle grazie müzesinde görebileceğiniz leonardo da vinci'nin eşsiz duvar resmi.
ilginç olan; leonardo bu eseri fresk biçiminde sergilemiş, fakat eser fresk değil. hiç şüphesiz kuru sıvaya yağlı boya olarak işlediği eserinin; bugüne kadar gelmesi oldukça zorlu bi denetleme; koruma ve temizleme süreci gerektirmiştir.
çünkü duvar resimleri fresk tekniği ile yapılırken yaş sıva üzerine, alçı ve boya karıştırılarak işlenir. eğer yağlı boya duvar alçısı ile karışmazsa uzun süreler dayanması oldukça güçtür.
bu sebeple son akşam yemeği oldukça loş bi ortamda, flaşlı fotoğraflama yasağı ile sergilenmekte. kim bilir belki venedik gibi, önümüzdeki yüzyılda göremeyeceğimiz italyan güzelliklerinde biri... kesinlikle ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
ilginç olan; leonardo bu eseri fresk biçiminde sergilemiş, fakat eser fresk değil. hiç şüphesiz kuru sıvaya yağlı boya olarak işlediği eserinin; bugüne kadar gelmesi oldukça zorlu bi denetleme; koruma ve temizleme süreci gerektirmiştir.
çünkü duvar resimleri fresk tekniği ile yapılırken yaş sıva üzerine, alçı ve boya karıştırılarak işlenir. eğer yağlı boya duvar alçısı ile karışmazsa uzun süreler dayanması oldukça güçtür.
bu sebeple son akşam yemeği oldukça loş bi ortamda, flaşlı fotoğraflama yasağı ile sergilenmekte. kim bilir belki venedik gibi, önümüzdeki yüzyılda göremeyeceğimiz italyan güzelliklerinde biri... kesinlikle ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
milattan sonra 79 yılında gerçekleşen yanardağ felaketi ile bilinir. patlayan yanardağ kısa bir süre içerisinde pompei şehrinde yaşayan 200 bini aşkın insanı öldürür.
afetten kaçmaya çalışan insanların (küçük çocukların da), kaskatı kesilmiş bedenleri dönem alçı ustalarından biri tarafından kalıba alınır. ve günümüze kadar gelir.
bugün napolide pompei şehrinde yanardağdan kaçmaya çalışırken taşlaşan o bedenleri gözlemleyebiliyorsunuz.
(bkz: pompei)
afetten kaçmaya çalışan insanların (küçük çocukların da), kaskatı kesilmiş bedenleri dönem alçı ustalarından biri tarafından kalıba alınır. ve günümüze kadar gelir.
bugün napolide pompei şehrinde yanardağdan kaçmaya çalışırken taşlaşan o bedenleri gözlemleyebiliyorsunuz.
(bkz: pompei)