#tüm lyannastark entry'leri

iran'ın başkenti, benim de gezimi yeni tamamlayıp döndüğüm şehir. öncelikle kendi çapımda bir seyahatsever olduğumu belirteyim. rejimler, hükümetler, inançlar umrumda değil. olmadı da... maksadım şehri mimari ve tarihi açıdan görmekti. kazasız belasız geldim.

iran'a gidecegimle ilgili sayısız mesaj aldım iyi dilekler sunan, gitme diyenler oldu. madem gideceksin dönünce yaz diyenler oldu. başlayayım.

ben kasım süleymani öldükten sonra iran'a gittim. 19 ocakta tahran'a indim. pasaport polisi pasaportuma damga vurmadı. yapacağınız ilk sey döviz bozdurmak. havaalanında 20 euro bozdurdum. kur düşük. hemen irancell hat aldım 10 gb'lık. snapp isimli uygulamayı yuklettim. bu iran'ın uberiydi. böylelikle 40 kmlik mesafelere 15 tl gibi komik rakamlarla taksi kullanma şansım oldu.

otelimi gitmeden ayarlayamadım çünkü ulusal bankacılık iran'da yok. apochi ve hotelyar sitelerinden otelleri belirledim. ferdowsi meydanına yakın bahar hotelde 25 euroya kaldım. daha ucuzlari vardı ama otel benim en cok para ayırdığım kalemdir.

ilk dikkatimi çeken sey turist azlığıydı. sinek avlıyorlar. tüm tarihi mekanlarda yalnızdım diyebilirim. 35 milyon azeri türkü yaşıyor. ingilizce degil türkçe anlaştım herkesle. polis maaşı 250 dolar. geceleri insaat mühendisleri, ögretmenler ve polisler taksicilik yapıyor.

tek kişi bile beni kiyafetlerimden ve baş ortumden dolayı uyarmadı, insanlar inanilmaz nazik davrandılar, hemcinslerim türk olduğumu duyunca fotoğraf çekilmek istediler, ünlü gibiydim. ben hayatımda bu kadar sicak kanlı insanları bir arada görmedim. genc kızlar can yaman ve barış arduç hayranı. ve ne yazik ki can yaman burdakileri de etkilemiş* gençler arasında türk dizisi izlemek, türk şarkıcıları dinlemek moda olmuş. baş örtüsünü göstermelik takıyorlar ve halk inanın rejimden nefret ediyor. açık açık da söylüyorlar. gençler öfke dolu.

biraz karanlık taraflardan bahsedeyim. her yerde siyah savaş bayrakları asılı. her duvarda siyasi lider imam humeyni , dini lider hamaney ve şehit dedikleri general kasım süleymani ile göz göze geliyorsunuz. ben zaten antimilitarist ve naif bir insanım. siyah bayraklar, müzeleri kalaşnikofla koruyan askerler beni psikolojik olarak çok yordu. baş örtüm kaydı mı, kıyafetim uygun mu diye düşünürken cok vakit harcadım. son ana kadar çok gergindim.

gelelim turistik actionlara.
gülistan sarayı : kallavi bir ücretle girdim. iranlilarin 10 katını ödüyorsunuz müzelere girerken. mermer taht, main hall ve aynalı salon bölümlerini seçtim. ama main hall ve aynalı salon bir arada. bosa para vermisim ekstradan. bir süre sonra farsça bir bilet demeyi öğrendim ve müzelere az ücretle girdim. gözlerim iranlı kızların gözlerine cok benziyor zaten. hiç anlamadılar.
sarayın hemen yanında bir kapalı çarşı var. o kadar büyük ki kayboluyorsunuz. burda taze sıkılmış meyve suyu için. bu konuda müthişler.

ulusal mücevher müzesi : mücevherler merkez bankasının kalbinde saklanıyor. didik didik aranarak giriyorsunuz. ama anlatamam zenginliğini. mutlaka görün. resim cekmek yasak. pehlevilerin bu mücevherleri almadan iran'i terketmeleri kendilerinden minnetle bahsetmelerine sebep olmuş durumda.

milad kulesi : 360 derece tahran manzarası sunuyor tabii hava kirliliği ve sisten görebilirseniz. ben hicbir şey göremedim. yalnız uzaklara bakıp türkiye'yi düşlediğim bir anda song from a secret garden çalmaya başladı. gözlerimi kapadım. sanırım tahran'a dair içimi ısıtan tek anı bu diyebilirim.

azadi kulesi : iran islam devriminin kalbinin attığı meydan. ters y şeklinde bir kule. iran'ın sembolü durumda. görün derim.

niavaran sarayı : modern peri masalı gibi bir saray. farah diba 'nın resim koleksiyonunu, kıyafetlerini, çocuklarının müzik aletlerini, oyuncaklarını barındıran, yaşayan bir saray. iran'ın modern yüzü. farah sen ne kadar ince, narin ve de zevkli bir kadınmışsın. mutlaka görün bu sarayı. iran'ın nereden nereye geldiğine dair müthiş ayrıntılar barındırıyor. kitap gibi okuyabileceğiniz bir mimari.

yemekler nasıldı? inanılmaz zorlandım yemeklerinde ne yazık ki. mesela kebap cok güzel görünüyor fakat içinde zerdeçal, kakule ve safran karışımı gibi bir şey var. yediğiniz şey kebaba değil bambaşka bir şeye dönüşmüş vaziyette. yanında mutlaka reyhan var. fast fooda yoneliyorsunuz ama hamburger koftesine de baharat karışımı ekliyorlar. bir akşam ağlama raddesine geldiğimi biliyorum.

tekrar gider misin deseniz gitmem. pişman mısın derseniz değilim. garip bir ülke iran. herhangi bir kalıba sokamıyorum ve tanımlayamıyorum.
iran'ın fars eyaletinin en önemli şehridir. iran halkına kendi eyaletlerinin ismi olan fars denmesi, kendilerine en önemli şehir olduklarını düşündürtmüş. timur'un ünlü şiraz şarabının tadını beğenmesiyle moğol istilasından zarar görmeden kurtulmuş. timur'un "şiraz bağlarının bir asmasına dokunan askerimin elini kesin" dediği rivayet olunur.

ben şehre çok büyük beklentilerle gittim. ömer hayyam'ın aşık olduğu, yahya kemal'in hafız hayranlığı ile rubailer yazdığı, hafız ve sadi-i şirazi'nin doğup ilham aldığı kent nasıl beğenilmezdi? en az isfahan kadar büyüktür derken, küçük bir şehirle karşılaştım. dokusunun cok korunmuş olduğunu ise söyleyemeyeceğim. ama yine de rotada olması gereken bir şehir. ben elektrik alamadım esra hanım.

gezmeye karim khan kalesiyle başladım. bu kalenin kulelerinden biri pisa kulesi gibi yamulmuş. malum pozu verdikten sonra içini gezebilirsiniz, fakat tavsiye etmem. ici bomboş.

sonra şiilerin neredeyse kabesi olan shah-e çerağ türbesine gittim. 12 imamdan 7.sinin oğullarının türbesi burası. ışıkların şahı demek. ama ben böyle bir ayna işçiliği daha önce görmedim. binlerce, milyonlarca minik ayna dantel gibi yapıya işlenmiş.görsel

irem bağlarının hiçbir numarası yok. ayrıca da çok pahalı. hafız'ın türbesi ise bir buluşma alanı gibi. iranlının evinde iki kitap kesin bulunurmuş. biri kuran-ı kerim diğeri hafız divanı... türbenin önünde kuşa niyet çektirdim. aşk der dedim para dedi. alacağın olsun muhabbet kuşu, para neme lazımsa...

şiraz'ın bir numarası nasır el-mülk camisi... şu vitrayların içeride rengarenk gökkuşağı oluşturduğu cami. yalnız sabah erken saatlerde gitmeniz gerekiyor ki doğru açıyı yakalayabilin. fotoğraf çektirmekse bir ölüm. yarım saat yerinden kalkmayan bir uzak doğuluyla resim için tartışmak zorunda kaldım. 2 türkün daha desteğiyle en son oturdum pencerenin önüne. 2-3 poz çekilerek camiyi terkettim.
şiraz'ın iki numarası ise persepolis.

karimkhan hotelde kaldım, konumu gayet iyiydi. canlı müzik için haft khan restauranta gidebilirsiniz. kahvaltı içinse ferdowsi cafe iyiydi.
güneydoğu'da 3 güzide şehir gezdikten sonra şırnak'ta güvenlik görevlisi olan kuzenimi ziyaret edeyim hem de 81 ile ayak basma projem de var diyerek gittiğim sehir.

mardin otogarda hayatımın ilk gbtsini yaptırdıktan sonra cizre'ye otobüs bileti aldım. şırnak'a ulaşım cizre üzerinden daha kolay. cizre şırnak'tan kat kat daha büyük. siyasi sebeplerle il olmamış. otobüs firmasının zaho, duhok, erbil gibi seçenekleri de vardı ve bu isimleri görmek beni bir parca tedirgin etmedi degil.

nusabin civarindan itibaren kapkara bir sınır duvarı var. her tepede gözetleme kuleleri. termal kameralarla izlenen yollar... ilcelere ya da sehirlere girerken polis kontrol noktalarında durmak zorundasınız. akrep, kirpi, toma gibi araçların farkını da orada öğrendim.

cizre'de kuzenimle buluştuk. dicle nehri kenarına cafeler parklar yapılmış. bir avmsi var. şehirde kaçakçılık yaygın sanırım, ki en eski araba memurların arabaları... iklim deseniz fena, golgede 48i gördük. yeme içme kısmı iyi. doğu'da zaten kötü yemek yemek mümkün değil.
devletin ağırlığı hissediliyor. bölge gayet güvenli. izinsiz kuş ucmuyor.

şırnak'ta bir merkez cadde yok. devamlı yokuş. görecek hicbir şey yok. gabar ve cudi dağlarına bak bak dur. şırnak'ta gezilecek yerler neresi olabilir diye interneti karıştırdığınızda ise cehennem deresini göreceksiniz. çok keskin bir vadide akan buz gibi bir su. masmavi. öyle bir debisi var ki tam raftinglik. fakat vadi terör mağarası dolu. hepsi temizlenmiş. iclerini merak etsek de çıkmaya gözümüz yemedi. yine de cehennem deresi civarındayken artık yaşananlardan mı, orada çok şehit vermekten mi, yoksa dağda biri olsa, hedefte olmanızdan mı bilmiyorum. cok ürkütücü bir yer. sanki ensenizde birinin nefesi var.

tabelaların önünde kuzenimle komik resimler çekilip, aile whatsapp grubuna attığımızda ise deli misiniz yollarda durulur mu diye bir alay zılgıt yedik. kecilere sarıldım otlayan. çeşmelerde yüzümü yıkadım.

öğretmen olduğumdan bulunduğum şehirlerdeki okulları devamlı incelerim. okullar gayet bakımlı. devlet yardım yığmış bölgeye. cehennem deresine yakın damlarca köyü ilkokulunda tek öğretmen olsam nasıl olurdu diye uzun süre düşündüm. o ürkütücü dağlar arasında bayrak dalgalandirmak... okursan selam olsun sana hocam... varol...

sonra kasrik boğazına gittik. gabar ve cudi dağının arasındaki keskin bir boğaz. yasananlar pek ic açıcı olmasa da artık güvenlik sağlanmış. içinden dere akıyor. köprülere ışıklar asılmış, dere kenarında restoranlar yapılmış.
şırnak'a dair en unutamadığım şeyse yıldızlar. binlerce, onlarca, yüzlerce yıldız kümeleri... elimi uzatsam yakalayacakmis gibi. arabanın camından sarkarak gittim o yolları hep.
yine de iyi ki gitmişim.
bir egeli olarak gittim, gördüm, yedim. gerçi her şeyi yiyemedim. benim hatam da temmuzda güneydoğu'yu gezmekti. kilo alırım dediğim geziden 2 kg vererek ayrıldım. sebep o sicakta, deli gibi gezmem.
aşağıda yazacaklarım iki kisi için bir porsiyon olarak söylenmiştir.

1. gün: otele yerleşme. (anadolu evleri: tavsiye etmiyorum. odalar çok küçük. sadece eski bir konakta kalma hissi güzel)
- katmerci zekeriya usta'da 2 kisiye 1 porsiyon katmer yanında süt...hayatımdaki ilk katmer yiyisimdi çok da güzeldi ama nolur kahvaltıda yemeyin antepliler. akşama kadar beni bir kesti. yemeklere bakakaldim, yiyemiyorum anasini satayım. dedim allah'ım antepteyim ve yemek yiyemiyorum, nolur yardım et. su katmeri sindirsin bünyem. tüm gün üzülerek gezdim.

- saat akşam 5 gibi çıtır lahmacun'da lahmacun. güzeldi evet, ama aklımda kalan bir lezzet olmadı.

- elmacı pazarı güllüoğlu: 1 kare baklava. çok güzeldi gerçekten ama ben söbiyetciyim.

- akşam yemeği imam çağdaş ali nazik. katmer yüzünden hala yemek yiyememe durumu devam. iki kisiye bir porsiyon söylendi. gerek mekan, gerek temizlik, gerek alaka, gerek ali nazik 10/10... ben biraz salaş değil elit seviyorum sanırım.

2. gün
- kahvaltı metanet lokantası beyran : sevdim, güzeldi. az acılı söyleyin. sabah ağır gelebilir.

- öğle yemeği küşlemeci halil usta küşleme: gerçekten çok başarılı. hele o salata. küşlemeyi kenara itip salataya bayılan ben gibi biri var mıdır bilmiyorum. kendimden geçtim resmen. tekrar antep'e gitsem de bana su salatadan verin desem...

- tatlı zeki inal şöbiyet: alın iste bir 10/10 daha. mekan daracikti, beğenmeden oturdum masaya. söbiyetin de tipi garip geldi. ilk lokmayı ağzıma aldığım an dedim allah'ım bu neee? o an söbiyetle izdivaca talip olabilirdim. bir tane yiyeyim dedim, kalan 3ünü sardirdim. yollarda yedim görmemiş gibi... görmedim ne var. cafelerde bile şöbiyetimi yedim. adamlar diyor o kadar sevdiysen ye ye. hatta bir suriyeli geldi onu nerden aldin dedi bozuk bir türkçe'yle. artık yerken nasil kendimden gectiysem.

- son akşam yemeği kalenin ordaki ciğerci mustafada ciğer: o kadar kalabalık ki bütün antep orda. dumanından uçaklar piste inemeyecek. öyle bir duman öyle bir yoğunluk. bu kadar insan yanılıyor olamaz dedim ama ciğer çok kötü. iri iri yapılmış. sakın gitmeyin. ben 2 tanecik yedim kalanı oteldeki kediye sardirdim. oteldekilere diyorum mustafa'dan ciğer aldim kediye. adamlar şok. kedi gevis getire getire yedi.

tahmis kahvesi, papirüs cafe, eski plak cafe ve tarihi kır kahvesi gidip beğendiğim cafeler.

bence antep'te yapılacak etkinlik olmadığı için millet kendini yemeye vermiş. devamlı yiyorlar. her an her dk yiyorlar. dünyaya yemek için gelmişler.

akşam bir canlı müziğe gideyim desen yok, alkollü mekan desen sınırlı, sehirde elbise giydiysen kadınlar da dahil dik dik bakıyor.
şehirde inanılmaz bir kalabalıklık var ve demografik yapısı katledilmis. 3 kisiden 4ü suriyeli. eskiden görmek lazımmış.
daha iyisi için (bkz: mardin)
geçen yaz gittiğim şanlıurfa gezi notlarımı derlemeye karar verdim.
*diğer adı edessa'dır. gittiğiniz zaman kendinizi iliklerinize kadar ortadoğu'da hissediyorsunuz. ben farklı yer görmekten zevk alan biriyimdir. severek gezdim. yaşanır mı? asla yaşanmaz.
çok ülke, çok sehir gördüm ama bu kadar erkek egemen bir şehir görmedim.
kadınlar toplumda yok. neredeler bilmiyorum.

* ilk yapacağınız şey göbeklitepe'ye gitmek. bozkırın, hiçliğin ortasında bir tapınak... sanki zamanda boyut degistiriyorsunuz. otobüs abide durağından (arkeoloji müzesi karşısında) kalkıyor. aracın adı ‘’0 göbeklitepe’’. giden araç 2 saat sonra tekrar sizi merkeze getiriyor.
turnikelerden geçtikten sonra ring atan minibüslerle ücretsiz olarak kazı alanına gidebilirsiniz. yürümek isteyenler için de 800 metre mesafesi var. o sıcakta hiç gerek yok.
müzeye giriş yaptıktan sonra sizi çok güzel bir sinevizyon bekliyor. sindire sindire gezin.

* balıklıgöl ve ayn zeliha gölü: ibrahim peygamberin devrin hükümdarı nemrut'la mücadelesi sonucunda ateşe atıldığı, ateşin suya odunların balığa dönüştüğü havuz. nemrut’un kızı zeliha da ibrahim’e aşık olunca o da intihar ediyor. zeliha’nın düştüğü yerde de ayn zeliha gölü oluşuyor. her iki göldeki balıklar halk tarafından kutsal kabul edilmiş.
bu havuzların etrafında yemeyin içmeyin bence. özensiz işletmeler var. fotoğraf cekilip dönün.

*gümrük hanı: kanuni sultan süleyman zamanında yaptırılmış, avlusundan balıklıgöl’ün suyu geçiyor. fıstıklı menengiç kahvesine bayıldım. çalgılı sözlü bir han burası.

*şanlıurfa arkeoloji ve mozaik müzesi: şanlıurfa’nın tüm tarihi gözler önüne serilmiş. bina yapılışında çok katlı olmasına rağmen merdiven kullanılmamış ve gezerek yükseliyorsunuz. özellikle göbeklitepe ve nevali çori anlatımları çok başarılı. öz çekim için en uygun yer önerisi olarak “selfie” noktaları var. ben tarih okuduğum için icinde kendimi kaybettim. türkiye'nin en başarılı müzesi diyebilirim.

*urfa kalesi: sıcaklık 50 derece olduğu için ben çıkamadım.

şanlıurfa nerede ne yenir?
ben bana gelen önerileri listeledim. tabii ki hepsini deneyemedim.
sıra gecesi: gülizar konuk evi - cevahir han cok popülerdi. ben gülizar konukevine gittim. eğlenceliydi.
ciğer kebabı : ciğerci aziz usta - sevgi ciğer salonu - sembol ocakbaşı öneriliyor. ben antep ciğerini hiç sevmediğim için burada ciğer deneyemedim :(
patlıcan kebabı: dedecan ocakbaşı
kelle paça, beyran, tirit, mumbar: kırmızı et lokantası. burada mumbar yedim. cok değişikti. bir daha dener miyim bilmiyorum. arkadaşım çorba denedi cok iyi dedi.
şıllık tatlısı: gülizar konukevinde sira gecesinde yedim. krebe sarili cevizli şerbetli bir tatlı. bir baklava değil.
billuriye: şanlı miroğlu. gayet başarılıydı. dondurmayla servis ettiler ama bir şöbiyet degil. ahh zeki inal :(
nerede kaldım? dsi misafirhanesi'ni çok önermislerdi. ama temizlik ve konumu beğenmedim. asla kalmayın. tavsiye etmiyorum.

urfa tarihi bir şehir fakat hindistan'da gibisiniz. her yer kaos, kalabalık, her yer erkek, her yer altın kemer, bilezik, pırıltılı elbise, binlerce çocuk... hala düşündükçe ne garip yer diyorum. iran gezimde bile bu hisse kapilmamistim.
yeni ziyaret ettiğim müze. pandemi doneminde zaten kimse yok. tek başınıza dolaşıyorsunuz. arkeoloji müzesi binası konak varyant'ta, aynı bahçede etnografya müzesi de bulunuyor; fakat etnografya müzesi restore edildiği için kapalı.

yukarıdaki girdilere içeriğin az olması konusunda katılıyorum, ancak izmir zaten efes ve bergama gibi muhteşem müzeleri bünyesinde barındırıyor. istanbul arkeoloji müzesi ve anadolu medeniyetleri müzesi etraftaki kültür varlıklarını bile bünyesinde toplamışken izmir bunları yerinde bırakmış. ki bir turist antik kenti gezdikten sonra hemen yanındaki müzeye girerse daha çok etkilenir. bence doğru da bir karar verilmiş. o yüzden az eser göreceksiniz hazırlıklı olun.

-1. katta mozaikler var (kapalı)
zeminde heykel salonu
1. katta seramik salonu ve hazine odası var.(hazine salonu küçük bir odada gözden kaçıyor dikkat edin.)
görmezseniz bir sey kaybeder misiniz, sanmiyorum. bir alex değil ama yine de görün.

audio guide istedim, kulaklıkların bozuk olduğunu söylediler. izmir kitapçığı ve haritası verdiler.
müzekart geçerli.
öğretmen kimliğiyle giderseniz ücretsiz.
bu şehir bir erkek olsa çok güzel bir mekan olduğu için gidilen yerde mekanın adı da çıksın diye tabelanın önünde fotoğraf çektirip, instagrama atan közcü bir barzo olurdu.
mekan çıkışı direksiyonundan arabasının markasını da göreceğimiz açıyla storysini çekerek misyonunu tamamlardı.

tanım: estetikten, sanattan, iyi mimariden yoksun, ufacık tefecik, içi dolu gökdelencik şeklindeki yapay çöl parçası.
avrupanın en android insanlarla dolu ülkesidir. hepsinin olmasa da %89'unun başak burcu olduğunu düşündürtür. küsuratlı sayı da verdiğime göre görüşlerime geçebilirim.

- saat 8'de, temmuz ayında gece sokakta hayat bitiyor. ciddi manada bitiyor. şok oldum. hayalet bir şehirle muhatapsınız. tek açık yer burger king. otele pineklemeye dönüyorsunuz mecburen.
-metrekareye bir türk düşüyor.
-gördüğünüz her şey alman malı. asansör shindler, araba bmw, geri kalan her sey de alman malı. o ülke asla batmaz.
-inanilmaz kayıt altında her sey. ben okulun arşivinde 99'dan belge aramaya kalktıgımda sanki karadelige düşüyorum.
-çikolataları ve kozmetik markaları çok güzel. ama ben fransızları kozmetikte tek geçerim. marketlerinde yok yok. bebek alt açma ünitelerinde pudralar, bezler ve ıslak mendilleri görünce bizde olsa yağmalarlardı diye düşünmedim desem yalan olur. çocuklar için meyve sepetleri var. cani çeken çocuk alıp yiyebiliyor.
-metrekareye bir türk düşüyor.
- mimariye bayıldım. 2. dünya savaşında yerle bir olan dresden aslına uygun tekrar inşa edilmiş, ama nasıl bir restorasyondur. hiç mi sırıtmaz? hiç mi selam ben yeni yapıldım demez?
- bizim alamancılar burada çomarlığa tam gaz devam ediyorlar. kendilerini geliştirme sıfır. en kötü işlerde çalışıyorlar. çalışmak ayıp değil. ayıp olan bmw kiralayıp burada 5 yıldızlı otellerde bize hava bastıklarını zannetmeleri...
-öyle yeşil, öyle güzel ki... tren ormanda dere kenarından geçerken insanları izledim. evler tek katlıydı. insanların kimi kano yapıyor, kimi balık tutuyor, kimileri bisiklet sürüyordu. bazıları da voleybol oynuyordu. ben türkiye'de öyle bakir bir ormanda bisiklet sürmeye kalksam herhalde tecavüze uğrarım.
-metrekareye bir türk düşüyor demiş miydim? demediysem diyeyim.
hakkında bu kadar az yazı girildiği için şaşırdığım portekiz'in üçüncü büyük şehridir. portekiz'in de dini başkentidir. bizde konya neyse portekiz'de braga odur. ama burda şort giyemezken orda giyersiniz. orasını ben de çok bilemedim bak şimdi. neyse...

porto sao bento tren istasyonu'na gidiyorsunuz. çinilere bakıyorsunuz, sonra bilet alıyorsunuz görevliden... takriben bir saatte braga'dasınız. bilet alırken denk gelen iki kopuk türk öğretmene de buradan selam ederim. ''aaa ne güzel evli misiniz?'' dediğimde ''yok yeaaa takılıyoruz'' diyerek beni utandırmıştınız sorduğuma, kendime de teessüf ederim.

neyse braga'da indiniz. şehrin ana giriş kapısından içeri girin. görkemli bir tak. artık bilmem ne zaferine yapılmıştır. onu da bana siz anlatırsınız. sonra hemen yakınında jardim da casa dos biscainhos isimli bir ev ve bahçesi var. 3 euro bayılacaksınız evi gezin, ben girmedim pişman değilim. ama bahçesi güzel hem de bedava. orada portakal yedik görevlilerden izin alıp. portugal da portakal demek bence. hiç limandan geliyor diyerek beni yemeyin...portakal yiyin ama. vitamin iyidir.

braga çok küçük arkadaşlar. hatta hediyelik eşya bakarken iki kadının ''ay nuray hangi terliği alsam bilemedim bak'' demesine bile şahit oldu bu kulaklar. ''selam'' deyince şok oldular. erasmusla gelmiş teyzeler gördüm... burda da çok türk var, ne ilginç. nasıl bir milletsek kavimler göçümüz hala bitmemiş. kodumuza yörüklük işlenmiş.

neyse konuşmaktan çenem ağrıdı. buranın olayı bom jesus do monte arkadaşlar. yani dağların isa'sı kilisesi. burası tüm braga'yı ayaklar altına alan bir tepede. buraya merkezden kalkan belediye otobüsleriyle gidiyorsunuz. saatleri şaşmaz. belediye çalışıyor. gidince finikülerle kiliseye çıkıyorsunuz. ama inerken sakın finikülerle inmeyin. merdivenleri kullanın. nefis fotoğraflar çekebilirsiniz. bom jesus

se catedral'e hiç girmeyin. aynısı lizbon ve porto'da var zaten. bir de bıktım vallahi kiliselerinizden. iyisiniz hoşsunuz da, bu kadar da çok olmaz ki kardeşim ya. o ahşap kokusu, nemlenmiş tütsüler yemin ederim depresyona soktu. kendimi atıveresim geldi çan kulenizden. bu ne sıkıcı dekorasyondur ya. bir de isa'ya elektronik mum yakmıyor musunuz? hele bir de oraya küçük elektronik mum 2 eu, büyük yansın diyorsanız 3 eu demişsiniz. pes kere pes. neyse bananeyse.

buranın başka bir olayı yok arkadaşlar. sokaklarında kaybolun, balık falan yiyin işte. çinili binalarla instagrama koymalık resim çekilin. bizim ankara gibi bir şey. deniz de yok zaten. gördüm demek için, görün...biz burda çok kalamadık sıkıntı bastı mı asla duramam orda. guimaraes'e geçtik. belediye otobüsünü süren sergio abi bizi otogarda indirdi. nerden samimi oldunuz demeyin yakasında ismi yazıyordu.

guimaraes ayrı bir konu. ona bayıldım bak...
prag’a 70 km kadar uzaklıkta bulunan, ismi madenli dağ anlamına gelen, unesco dünya mirasına dahil bir kasabacık.
şehir sahip olduğu gümüş madenleri nedeniyle bir dönem prag'la yarışır hale gelmiş ve döneminde başkentlik bile yapmış. insan gerçekten hayret ediyor

öncelikle prag'da hlavni nadrazi’ye gelin. (ana tren istasyonu) treni buradan kalkıyor. bileti trenin içindeki biletçiden alabilirsiniz ama 1. sınıf vagona değil 2. sınıfa binin. arada hiç fark yok. “kutná hora sedlec” durağında inin. burası kemik kilise bone church’a 10 dakika yürüme mesafesinde...

inince bizim gibi aval aval kemik kilise'nin adını aramayın. çekcesi:kostnice.. kostnice tabesını görünce yardırın. 1 - 1.5 km yürüyeceksiniz. hain europe citizens ulaşım aracına binerken biz yürüdük. hayır sportif değil, fakiriz!