#tüm mirketimsi entry'leri
yaklaşık bir buçuk ay kadar yaşadığım, bulgaristan'ın başkentidir. eğer uzun süreli kalıyorsanız türklere karşı ırkçılığın yüksek bir boyutta olduğunu anlarsınız. gece hayatı güzeldir, ancak bazı barların giriş fiyatı yüksektir, ingilizce konuşursanız içki fiyatları da yükselebilir. ingilizce bilme oranı düşüktür, her tabelada ingilizce bulamayabilirsiniz, alfabeden de anlamanız mümkün değildir, beden dili önem taşır. yaşlı bulgar vatandaşlara pek bulaşmamak lazım, zira kim olduğunuzun bir önemi olmadan azarlarlar. yine de corona olmasa döner miydim? sanmam. kurulan arkadaşlıklar ve eğlence çok büyük bir dilimi kaplıyor.
tarsem singh yönetmenliğinde sinemanın geldiği en güzel yerlerden biridir bu film. 24 farklı ülkeye gidilmiş çekimler için, yapımı 4 sene sürmüştür, hiçbir yerde set kullanılmamış gerçek lokasyonlarda çekilmiştir. yönetmenin söylediğine göre hiçbir görsel efekt de kullanılmamıştır. güney afrika'dan hindistan'a, italya'dan türkiye'ye o kadar farklı ve güzel yerlerde çekimiş ki izlerken dünyayı gezmek için yanıp daha da yanıp tutuşuyor insan. sinemasever her gezginin izlemesi gereken dram/macera filmidir.
artık ingilizcenin yanına üçüncü olarak hangi dil bilinmesi gerekiyor, geliştirmek için neler yapılmalı bunları konuşmaya geçmeliyiz diye düşünüyorum.
yaş olarak ya çok küçüktür ya çok büyüktür. ya da anonim olmak/olmamak arasındaki farkı umursamıyordur.
yaşamak olduğunu düşünüyorum. çok kısa sürelerde istediğiniz kadar sokaklarda kaybolun, yerellerle gezin vs. ne yaşarsanız yaşayın genele vurulamayabiliyor. şöyle en az 2-3 hafta yaşamak gerekiyor ülke kültürünü anlamak için. bu bile yetmez tabiki. ama o ülkenin gündemini anlamak, bayramlarını kutlamak, hatta bazen anlamadığınız dilde yürüyüşlere protestolara katılmak gerek olduğunu düşünüyorum. uzun zaman sonra ise bayrağını gördüğünüzde bile o gelen "ikinci ev" hissinin tarifi yoktur.
Portekiz'in başkentidir, tatlı bir şehirdir. Aşırı yokuşludur, google haritasında gözüken o "15 dk" mesafeye asla ve asla kanılmaması gereklidir. Pasteis de Nata, 20 dk sıra beklenir Belem'de yenir. Şehir hakkında bir sürü şey var yazılabilecek ama ben Sintra'dan bahsetmek istiyorum, yaklaşık 1 saat filan sanırım Lizbondan. Pena Sarayı kesinlikle görülmeye değerdir. Saray ve bahçeler toplam 14 euro olduğu için sadece bahçeleri gezmiştim, 7 euroydu. Bahçe dediysem aklınıza küçük bir yer gelmesin, devasa büyüklükte ve içinde çok güzel yapılar olan bir yer. 1 saat filan dolanırız deyip yaklaşık 4 saat sonra filan kendimize geldik anca çıkabilmiştik. Quinta regaleira da aynı şekilde. Pena kadar büyük olmasa da yine büyük bir alan ve nerdeyse tüm yapılar yer altı yolları ve mağaralarla birbirine bağlanıyordu. Mükemmeldi. Fırsatınız varsa ikisine gitseniz yeter, muhtemelen bütün gününüzü alacak.
"abiiğ geziyoruz ya biz, diğer herkesten üstünüz, biz farklı kafalardayız" zihniyetinde olması. Hiç okumayıp, kendini hiç geliştirmemesi. Sonsuz bir ergenlik döngüsü.
İzmir'den giderken Bergama'ya, sonra Ayvalık'a uğrayıp öyle ulaşılmalıdır. Doğası ve şelaleri hariç mutlaka Tuncel Kurtiz'in mezarını ziyaret edin. Tahtakuşlar köyünde etnografya müzesine uğrayıp dünyanın sergilenen en büyük deniz kaplumbağasını görmelisiniz. (Müzede mükemmel bir harita var, tek tek gezilmesi gerekenleri hikayeleriyle anlatıyor) Bu arada kalmak için de sahibi tacizci saldırgan olan akaleos kampını önermiyorum tabiki. Diğer kamp alanları da çok pahalı bence, oraya gezmeye gidip kendi çadırınızla 90 tl kalma parası ödemek mantıksız. İnek Obası (Çamlaraltı) kamp alanını öneriyorum. 30 tl, tuvaletleri günün her saati temiz ve sahipleri inanılmaz yardımsever. (çadırımızın direklerini unutmamıza rağmen LOL) sonraki gün de Assos'a uğrayıp öyle dönün mutlaka.
"Evrimin geçer akçesi ne açlık ne de acı çekmektir, sadece DNA sarmallarının kopyalanmasıdır. Nasıl bir şirketin başarısı çalışanlarının mutluluğuyla değil de banka hesabındaki liralarla ölçülüyorsa, bir türün evrimsel başarısı da DNA kopyalarının sayısıyla ölçülür. Ortalıkta DNA kopyası kalmazsa tür yok olur, tıpkı parası kalamayan bir şirketin iflas etmesi gibi. Eğer bir tür çok sayıda DNA kopyasına sahipse bu bir başarıdır ve tür gelişir. Bu perspektiften bakılırsa bin kopya her zaman yüz kopyadan daha iyidir. İşte bu tarım devriminin özüdür: daha çok sayıda insanı daha kötü koşullar altında da olsa hayatta tutmak." Homo Sapiens -Yuval Noah Harari
her sene kampa gitmeye çalışıyoruz, 3 kişilik kesin ekip +/- diğer dostlarımız ile. Ateşin başında yaptığımız sıcak şarapla, saatten dahi haberimiz olmadan şarkılar söyleriz. Sonra olur da birimizin aklına gelirse rastgele bi zamanda 10'dan geriye bağırarak sayıp yeni yılı kutlarız. Sabah üşüyerek, akşamdan kalma uyanırız gözlerimiz şiş şiş.