#tüm redhatcp entry'leri
arnavut kaldırımlarında yürümeye doyamadığım aşık olunası şehirdir. sabah atlas' ta cam kenarına oturup kahveniz size eşlik ederken hareketli meydanı izleyebilir, öğlen lviv chocolate factory' de harika çikolataları yiyebilir, akşam pravda' nın eğlenceli orkestrasıyla çok lezzetli biraları tadabilirsiniz. ilerleyen saatlerde ise vişne likörünüzle beraber kendinizi sokak müzisyenlerine bırakabilirsiniz.
kaşta kaldığım süreçte gidip görme fırsatı bulduğum şu zamana kadar tanık olduğum en güzel maviye sahip plaj. tatil döneminde gerçekten çok kalabalık oluyor havluyu kuma serecek yer bulmakta bile zorlandık. işletmenin duşunu ve tuvaletini ücretsiz kullanabilirsiniz. umarım yakın zamanda dış mihrakları kıskandıracak bir projeye kurban gitmez ve bu güzelliğini hep korur.
antalya'nın kaş ilçesinde yer alan, incecik kumu, uçsuz bucaksız sahiliyle akdeniz'in en uzun plajıdır. aynı zamanda caretta caretta’ların yumurtlama alanı olduğu için koruma altındadır. denizi benim için pek keyif verici olmayıp epey yorsa da sakin huzurlu uzun yürüyüşler için harika bir sahildir. yanınıza alacağınız katlanabilir sandalye, 5 tl'ye kiralayabileceğiniz şemsiye ve kitabınızla beraber zamanın nasıl geçtiğini anlamak imkansızdır.
armand roulin ile birlikte muhteşem tabloların arasında kaybolacağınız büyüleyici ve bana göre bir o kadar da duygusal film. sonrasında hemen izlenecek bu video vincent van gogh visits the gallery filmin etkisini kat kat arttıracaktır.
doğal havuzlarda gün batımı kaçırılmaması gereken sessiz cennettir.
kalbi kaleiçi'nde atan şehirdir.
yıl sonu yaklaşırken kullanıcının müzikal özetini mail gönderen harika uygulama.
müziği ve sangria'sı çok hoşuma giden, kaleiçi'nde cumartesi günleri boş masa bulması zor olan mekan.
arkadaşım ve bana ilk çadırımızı ilk çantamızı aldıran ilk kamp deneyimimi yaşadığım yoldur. karaöz - gelidonya feneri - adrasan rotasını kafamıza koymuştuk. kumluca'dan kalkan dolmuşlarla önce mavikent'e oradan biraz yürüyüş biraz otostopla korsan koyuna ulaştık. nisan sonlarına doğru gittiğimiz için antalya'da havalar ısınmaya başlamıştı ve su soğuk olmasına rağmen koyda denize girme fırsatımız oldu. nisan olmasına rağmen çevrede 10-11 kadar çadır daha vardı. ağaçlar arasında denize birkaç adım uzaklıkta bir yere çadırımızı kurduk ve gerçekten çok keyif aldık. yaktığımız ateşle ettiğimiz sohbetle yaşadığımız huzurla ilk günü bitirdik. sabah uyandığımızda çadırımızı toplayıp çeşmelerden suyumuzu doldurup (bkz: gelidonya feneri) ne doğru yola çıktık. bu rotayı izleyecek arkadaşlara tavsiyem burada sularınızı doldurmayı es geçmeyin çünkü adrasana kadar başka çeşme yoktu. biz de bu bilgiyi yine likya yolunda yürüyen koyda karşılaştığımız bir abiden almıştık. yaklaşık bir saat süren yürüyüşten sonra fenere ulaştık ve bizi harika bir manzara karşıladı. etrafı dolaşıp karnımızı doyurduktan sonra biraz dinlenip adrasana doğru yola çıktık ve yolun en zorlu kısmı burada başladı. gerçekten ilk kampın verdiği tecrübesizlikle doldurulan çanta tırmanışta en büyük düşmanınız oluyor. ağaçlar tertemiz hava ve sakinlik ise en büyük destekçiniz. yol üzerinde üç dört kere dinlenmek için durduk bu dinlenmelerle beraber yaklaşık 6 saat sonra yol bizi adrasan sahilinin ortası çıkardı ve yorgunlukla kendimizi kumlara bıraktık. sahilde yanımızdaki aile muhtemelen halimize üzülüp bize hazırladığı yemekten ikram etti ve o bulgur pilavı o köfte dünyanın en güzel yemeği gibi geldi. nisan ayında olduğumuz için sahilde pek kalabalık yoktu o yüzden çadırımızı sahile kurduk ve bir gece adrasan sahilinde geçirdik. sabah antalya güneşinin yakıcı sıcağıyla uyandık aman biz ettik siz etmeyin daha ağaçlık olan bir yere çadırınızı kurun. denize girip sakin sahilin tadını çıkardıktan sonra otostopla antalya merkeze dönüş yoluna koyulduk.